2022, Türkiye'nin ihracatının sürdürülebilirliği açısından küresel alanda önemli başlıkları takip etmemiz gereken bir yıl olacak. Gelişmiş ekonomiler ile önde gelen gelişmekte olan ekonomilerde artan 'ticaret rekabeti', artık 'fiyat'a dayalı bir rekabet olmaktan bambaşka alanlara taşınıyor. Gelişmiş ülkeler, 'sürdürülebilirlik', 'iklim değişikliği', 'enerji dönüşümü', 'atık yönetimi', 'plastikler ve kimyasallar' konu başlıklarında yeni küresel standartlar, kurallar ve düzenlemeler oluşturarak, küresel ticarette rekabetin kural ve koşullarını yeni bir alana yönlendirmekteler. 'Karbon Salınımı', 'Yeşil Enerji' ve 'Sıfır Atık' konusunda dünyanın önde gelen uluslararası kurumları ve uluslararası yatırım bankalarınca da yeni kriterler oluşturulmakta.
Bu yeni kriterlere uyamayan ülke ve şirketler ya üretim, yatırım ve ihracatın finansmanı adına daha pahalı kredi kullanmak durumunda kalacak; ya da artık hiç kredi bulamayacak hale gelecek. Bununla birlikte, bu konu başlıklarında çeşitli uluslararası platformlarda yürütülen tartışma ve tartışmalar, aceleyle atılan adımların sonradan revizyonunu da gerektiriyor.
Örneğin, iklimi aşırı önceliklendiren yaklaşımla yapılan düzenleme ve yaklaşımların 'enerji arz güvenliği' kavramına yönelik yeni riskler oluşturduğunun anlaşılması; 'yeşil enerji' konusunda yürütülen çalışmalara yeni bakış açılarının eklenmesini gerektiriyor. Hele ki, içinde bulunduğumuz kış şatlarında Kuzey Yarı Küre'de, hem Amerika, hem de Avrupa'da enerji fiyatları 2'ye, hatta 3'e katlanmış iken.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, yukarıda ifade ettiğimiz sıcak gelişmeleri dikkate alarak, üye ülkelerdeki enerji yatırımlarının sınıflandırılmasına ilişkin yeni kuralları içeren mevzuat teklifini açıklayarak, yeni nükleer enerji ve doğal gaz projelerini sürdürülebilir yatırım olarak sınıflandırdı. Bu adımın anlamı, Avrupa'nın iklim hedeflerini yakalamasına katkı sağlayacak, bilhassa karbon salınımı ve çevre konusunda çeşitli koşulları yerine getiren gaz ve nükleer projelerinin sürdürülebilir yatırım listesine dahil edileceği. Yani, 2045'e kadar ruhsatını alan ve gelişmiş teknolojileri, çevreye zarar vermemeyi ve atıklarını güvenli biçimde tasfiye etmeyi önceliklendirmiş nükleer enerji santral yatırımları yeşil ve sürdürülebilir ekonomik aktivite olarak tanımlanacak.
Bunun yanısıra, inşaat iznini 2030 yılı bitiminden önce alan, kömürden yenilenebilir enerjiye geçişe katkı sağlayan ve kilovat saat başına 270 gramdan az karbon emisyonu salan doğal gaz yatırımları da söz konusu sınıflandırmada yer alacak. İlginçtir, 'enerji arz güvenliği'nin bu kadar kritik bir mesele olduğunun en iyi hissedildiği bir kışın yaşandığı bu dönemde, hala AB üyesi kimi ülkelerin, çevreciler başta olmak üzere, çeşitli sivil toplum örgütlerinin nükleer ve doğal gazın sürdürülebilir ve yeşil olarak tanımlanmasını AB iklim hedefleriyle çelişkili görmeyi sürdürüp, bu adımı 'yeşil göz boyama' olarak nitelendirmeleri düşündürücü. Umarım, başkentler ve Avrupa vatandaşları, 'enerji arz güvenliği'nin, herkesin uygun maliyetle enerjiye ulaşma hakkının, en az 'yeşil dönüşüm' kadar önemli olduğunu benimserler.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz