Türkiye'nin en iyi haber sitesi
KEREM ALKİN

COP26 ve ‘zenginler’in karbon adaletsizliği

Geçtiğimiz pazartesi, pek çok uluslararası platform, STK ve düşünce kuruluşu tarafından tarihi bir toplantı olarak nitelendirilen Birleşmiş Milletler (BM) 26. İklim Zirvesi'nin (COP26) 2. gününde yayınlanan ve 'iklim baskısında adaletsizlik'e değinen yazımı kaleme aldığımda, yeni yayınlanan bir uluslararası rapor henüz önüme gelmemişti. Bu nedenle, tarihi bir iklim zirvesi olarak, COP26'nın son günlerine girerken, geçen haftaki 'adaletsizlik' ile ilgili yazımızı destekleyecek rapordan bahsetmek istiyorum. Rapor, Oxford Kıtlıklara (Yokluklara) Yardım Komitesi tarafından (Oxford Committee for Famine Relief; Oxfam) Stockholm Çevre Enstitüsü ve Avrupa Çevre Politikası Enstitüsü'ne ortak bir çalışma olarak hazırlatıldı.
Oxfam, Birleşik Krallık bazlı, 1942'de kurulmuş; bununla birlikte, 100 ülkede proje ve çalışmalar yürüten 14 STK'nın bir araya gelerek, 1995'de uluslararası bir kimlik kazandırdıkları, dünya genelinde 3 bin kişinin çalıştığı bir platform, bir STK ve düşünce kuruluşu ağı. Yukarıda isimlerini belirttiğim iki önemli çevre araştırma kuruluşuna Oxfam'ın hazırlattığı raporun en çarpıcı detaylarından birisi, geçen haftaki yazının son paragrafında yazdığım gibi, dünyanın en zengin ülkelerinin yaşam tarzları ve tüketim alışkanlıklarında köklü bir değişiklik olmaz ise, yeryüzünün önümüzdeki 50 ile 70 yıl arasında ısı artışını 1,5 derecede sınırlayabilmek adına olması gereken kişi başına karbon salınımı ne yazık ki 30 katına çıkacak.
Dünyada kişi başına karbon salınımı 4,9 ton. Türkiye, 4,7 ton ile bu ortalamanın altında. Gelişmiş ekonomiler bu ortalamanın şu anda bile yüzde 50'den başlayıp, 2, hatta 3 katından bile fazla kişi başı karbon salıyorlar. İşte 'adaletsizlik'te burada başlıyor. Çünkü, küresel iklim değişikliğinden en büyük zararı görecek olan dünya vatandaşları ve ülkeler, ne acıdır ki, kişi başına karbon salınımı en düşük düzeyde olan ve dünya nüfusunun en yoksul kesimini oluşturan yüzde 50 olarak karşımıza çıkıyor. Yani, dünya nüfusunun yüzde 50'sini oluşturan yoksul karbon ayak izi yerinde sayar ve küçük kalırken; dünya nüfusunun en zengin yüzde 1'inin toplam karbon salınımı büyümeye devam edecek.
Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Türkiye'nin Paris Antlaşması ve 2053 net-sıfır karbon taahhüdünü dünya kamuoyu ile paylaşırken, Türkiye'nin bu kritik önemde adımlarının aynı zamanda iddialı açıklamalar yapan, ama karbon taahhütleri için hiç adım atmayan ülkelerden hesap sorma hakkı da doğuracağını bilhassa vurguladı. Rapor dünya kamuoyu ile COP26 Zirvesi'nde açıklanırken, Oxfam Küresel İklim Politikaları Lideri Naftoke'nin 'küçük bir elitin sanki atmosferi kirletmek için özel izni varmış gibi' ifadesi çarpıcıydı. Tüm uluslararası araştırmalar, 2030 yılına gelindiğinde, yeryüzünü korumak adına, insanoğlunun sadece 'emilebilecek kadar' karbon salması gerektiğini gösteriyor. Bu da, 2030 yılında küresel kişi başına karbon salınımının, bugünküne göre yarı yarıya azalarak, yılda 2,3 tona inmesini gerektiriyor.
İşte tam da bu noktada, bilhassa küresel sosyal medya platformlarınca yaşamları dünya kamuoyu ile paylaşılan en zenginlerin özel uçakları, lüks yatları, dünyanın her yerindeki dev malikaneleri akla geliyor. Bu grubun hayli lüks yaşamı, kişi başına kimi zaman yılda 1000 tonu aşan karbon salınımı anlamına gelmekte. Oxfam'ın hazırlattığı rapor, tersine, karbon salımlarını en çok azalanların ise dünya nüfusunun ortasında yer alan yüzde 40'lık kesim olduğuna işaret ediyor. Naftoka Dabi'nin uyarısı, hükümetlerin en zenginlerin karbon salınımına mutlaka dur demesi. Yoksa, en yüksek bedeli yine dünyanın en fakirleri ödeyecek. 'Adaletsizlik'te işte tam bu.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA