2008 küresel finans krizinden bu yana, neo-liberal iktisatçılar ile, keynesyen iktisatçılar arasında, hükümetlerin iktisat politikası tercihlerinin sosyal ve toplumsal sonuçlarına yönelik derin bir tartışma sürmekte. Neo-liberal ortodoks kanat, para ve maliye politikası araç ve uygulama tercihlerini ülkenin sosyal ve toplumsal çevresine yönelik etkilerinden bağımsız bir şekilde tartışmayı, hatta bu etkileri gözetmeden şekillendirmeye savunurken; Keynesyen kanat 2008 küresel finans krizinden bu yana ardı arkası kesilmeyen tüm bölgesel ve küresel krizler dikkate alındığında, iktisat politikası araç ve uygulama tercihlerinin mutlaka sosyal ve toplumsal çevreye etkileriyle tartışmayı, ele almayı tercih etmekte.
Bir tarafta, Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında, UNDP, ILO; bir tarafta Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası; diğer tarafta Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), 'Kovid- 19' küresel virüs salgınının ülkelerin sosyo- ekonomik durumuna yönelik pek çok raporun yayınlandığını; çalışan sınıfının, KOBİ'lerin, yerel yönetimlerin küresel pandemiyle mücadele kamu destekleriyle nasıl ayakta tutulmaları gerektiği; sosyal ekonominin tarafı olan tüm sivil toplum kuruluşları ve insanı yardım kuruluşları aracıyla, ülke ekonomisinin ve hane halkının nasıl desteklenmesi gerektiğini raporlarında işaret etmeyi sürdürmekteler. Bu durum, iktisat ekolleri arasındaki bu bitmek bilmeyen tartışma çerçevesinde, ABD Merkez Bankası (FED) yönetiminde yer alan isimlerin açıklamalarında da kendini göstermekte.
Pek çok merkez bankası üst düzey yöneticisi açısından, para politikası temel faiz oranlarını arttırma ve parasal sıkılaştırmayı devreye alma, küresel ve yerel bazda yükselişini sürdürmekte olan enflasyon trendine rağmen hala zor ve önemli bir tartışma alanı. Çünkü, Kuzey Yarıküre'de aşılanma oranları hızla yükseliyor olsa da, küresel pandeminin bundan sonraki aşamaları da, ülke ekonomilerinde sektörlerin toparlanma süreçleri de hala belirsizliğini koruyor. Bu nedenle, para ve maliye politikası alanındaki her 'erken' sıkılaştırma kararı, ülke ekonomileri açısından ancak toparlanma eğilimi gösteren büyüme süreçlerini olumsuz yönde etkileyebilir.
Oysa, pandeminin sebep olduğu sosyo-ekonomik yaraları kapayabilmek adına, ülke ekonomilerinin büyümeye, yatırımları teşvik etmeye, yeni istihdam imkanları oluşturmaya ve başta vergi gelirleri olmak üzere, kamu gelirlerini sürdürülebilir kılarak, kamu kaynaklarının ekonomiye yine sosyal yardım ve alt yapı yatırımları olarak dönmesine ihtiyacı var. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) verileri, küresel pandeminin sebep olduğu iş açığının 2021'de 75 milyonu görmesi sonrasında, iş açığı 2022'de 23 milyona gerilese de, 2022 başında küresel işsizlik oranının 205 milyona ulaşacağını gösteriyor. Bu veri, küresel pandemi başladığından bu yana, zaten var olan küresel işsizliğe 38 milyon kişinin daha eklendiği anlamına gelmekte.
Bu nedenle, para ve maliye politikasında 'sıkılaştırma' süreci, en erken 2022'nin 2. yarısından itibaren devreye girmesi gereken bir süreç olarak tartışılıyor. ILO, sürecin etkin yönetimi adına, 'sosyal gerçeklerle bağdaşır' bir para politikası ve aktif bir maliye politikası desteğini hararetle savunmakta ve istihdamın ve iş hayatının korunması adına işletmelere her türlü desteğin verilmesini talep etmekte. Bu nedenle, iktisat politikası alanını asla, hele ki küresel pandeminin ortasında 'sosyal' sonuçlarını göz ardı ederek tartışmayalım.