Önümüzdeki bir kaç hafta, ardı ardına kritik önemde küresel toplantıların gerçekleşeceği bir gündeme işaret ediyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) açısından kritik önemde bir zirve olan Bakanlar Konseyi Toplantısı (MCM), küresel değerlerin güçlendirilmesinden küresel vergi reformuna, küresel ticarete yönelik daha yoğun işbirliğinden 'yeşil ve kapsayıcı bir geleceği birlikte inşa etmek'e pek çok konuyu ele alacak. OECD Bakanlar Konseyi'nin hemen ardından, İtalya'nın dönem başkanlığında, G20 ülkelerinin maliye ve hazine bakanları ile dünyanın önde gelen merkez bankalarının başkanları ve uluslararası ekonomik kuruluşların tepe yönetimleri bir araya gelecekler.
Sonrasında, ekim ayı sonunda G20 ülkelerinin liderleri bir araya gelecekler ve hemen ardından, 31 Ekim ile 12 Kasım arasında yaşanabilir bir gelecek, yeşil bir yeryüzü adına tarihi önemde kritik müzakerelerin yapılacağı ve kararların alınmasının ümit edildiği Birleşim Milletler İklim Zirvesi (COP26) gerçekleşecek. Buraya sadece bir kısmını sığdırabildiğimiz tüm bu küresel toplantılarda 3 kritik önemde 'küresel tehdit' tüm yönleriyle tartışılıyor olacak; ilki 'küresel iklim krizi', ikincisi 'küresel borç krizi' ve üçüncüsü 'küresel enflasyon krizi'. Küresel iklim krizi, sebep olduğu doğal afetlerin dünya genelinde tetiklediği büyük kayıplar ve zararlar dikkate alındığında, aşırı seller, vahşi yangınlar ve derin kuraklıkların sebep olduğu insan kayıplarının derin açısı bir yanda, sebep olduğu varlık, toprak, ürün kayıplarıyla ağır bir maliyet tablosuna da sebep oluyor.
Bu nedenle, söz konusu kayıpları telafi etmek adına çok sayıda ülkenin gerçekleştirdiği yeni kamu alt ve üst yapı yatırımları, enkazların kaldırılmasına yönelik çabalar, dünya genelinde bu tür beklenmedik kamu harcamalarının finansmanı adına kamu borçlanmasını da gerektirmekte. Nitekim, sadece bir yılda, 30 trilyon dolarla, 'küresel borç'taki ciddi boyutlardaki artışın neredeyse yarısı kamu borçlanmasından gelmekte. Tüm bu tablo, başta artan kamu borçlarının yönetimi adına, kamuya yeterince vergi geliri aktarılmasını; dünya genelinde ise her türlü borcun yönetimi adına, önde gelen ülkelerin ve dünya ekonomisinin büyüme performansının güçlü seyretmesini gerektirmekte. Güçlü büyümeyi sağlayan ekonomik aktivite de zaten anlamlı bir vergi geliri anlamına gelmekte.
Türkiye, son 3 yıldır, küresel iklim krizi ve küresel pandeminin yönetimi adına, ülke ekonomileri için en elzem konu başlıklarından birisi olan 'pozitif büyüme' noktasında ender şanslı ülkelerden birisi. Üstelik bu süreci, kamu mali disiplini adına, G20 ve OECD ülkeleri arasında en iyi bütçe dengesi ve kamu borcu performansıyla yöneten ülke konumunda. Bununla birlikte, gerek G20, gerekse de OECD üyesi ülkelerin gündemindeki zorlu konulardan birisi de 'küresel enflasyon' sorunu. İstisnasız tüm ülkeler küresel tedarik zincirindeki ciddi aksaklıklar ve küresel iklim krizinin tetiklediği ürün kayıplarına bağlı olarak, kritik düzeyde bir üretici fiyatları enflasyonu, maliyet enflasyonu sıçraması yaşıyorlar ve söz konusu maliyet enflasyonu riski, aynı zamanda tüketici enflasyonu nu tetikliyor ve toplumların alım gücünü zorluyor. Bu nedenle, önümüzdeki 2 ayın tüm küresel zirveleri, ülkelerin 3 küresel tehdit için kalıcı çözüm arayışlarını hızlandırdıkları bir ajandaya işaret ediyor olacak.