Avrupa Birliği (AB) 2008 küresel finans krizinden bu yana geride kalan 12 yılı büyük zorluklarla geçirdi. Avrupa Birliği, 'Soğuk Savaş' başlangıcından bugüne kadar ki 70 yıllık zorlu etap açısından, bir başarı öyküsüydü. Avrupa gibi, yüzyıllarca savaşlardan, insanlık trajedilerinden başını kaldıramamış bir coğrafyanın, kendisini tüm dünyaya 'kalıcı barış', 'sürdürülebilir kalkınma', 'yüksek kalitede demokrasi', 'temel insan hakları' gibi kavramlarda artık 'benchmark', yani 'standartları belirleyen' bir 'çekim merkezi' olarak tanımlaması ve kabul görmesi önemli bir başarıydı.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz
AB'nin kurucu 6 ülkesi, bilhassa Almanya ve Fransa, 40 yıllık bir yeniden yapılanma, yükseliş sürecinin getirdiği başarı grafiğini daha iddialı bir geleceğe taşımak adına, elde edilen olumlu sonuçların artık kalıcı olduğunu düşünerek, projenin genişleme sürecini 'gereğinden fazla' hızlandırdılar ve 'Tek Pazar' başarısını, 'Tek Para' aşamasıyla yeni bir 'safha'ya taşımak konusunda 'acele' ettiler. Daha doğrusu, 'Tek Para'ya geçişe hazır olmayan ülkeleri, koşulları yerine getiremediğini görmelerine rağmen, bir an önce 'Euro Bölgesi'ne dahil ettiler. 2. Dünya Savaşı'nın sebep olduğu travmaları bir kenara bırakıp, 'Avrupa Ordusu' gibi kavramları da 'çok erken' tartışmaya başladılar.
Oysa, ekonomi politikaları alanında tam uyum adına, Avrupa Merkez Bankası (ECB) ile 'ortak para politikası' oluşturmanın yeterli olmadığı, 'ortak maliye politikası' konusunda da bir 'uyum modeli' oluşturmaları gerektiği bugün çok daha net görülüyor. 2008'deki küresel finans krizi, bugün ise küresel virüs salgını ise, AB Projesi'nin 'dayanışma' vaatlerinin inandırıcılığı adına kötü sınavların verildiği, ciddi manada yara aldığı gelişmelere sahne oldu. Britanya'nın (İngiltere) AB projesinden ayrılma kararı (Brexit) ise en büyük darbe oldu.
Birliğin hala en aklı başında ve bu nedenle 'ağbi' konumundaki ülkesi olarak Almanya'ya ve 2005'den beri Almanya'nın Şansölyesi olan Merkel'e çok iş düştüğü bir gerçek. Çünkü, Mitterand'an bu yana Fransa uluslararası siyasette dinginlik, saygınlık, ağır başlılık kazandıracak bir lider bulamadı kendine. Bu nedenle, Almanya ve bilhassa Merkel, Sarkozy ve Macron gibi 'heyezan' içinde olan siyasetçilerin 'saçmalıkları'nı da dengelemek, zapt etmek zorunda. ABD, Rusya ve Çin gibi küresel güç merkezleriyle yeni bir ilişki seti oluşturulması gerektiğini düşünün Merkel, küresel sistemdeki 'ağırlık merkezi' değişiminin de, 'Yeni Normal' olarak adlandırılan dönemin de fazlasıyla farkında olması nedeniyle 'Türkiye ile güçlü ilişkiler' adına da önemli bir çaba ortaya koyuyor.
AB'nin kendini yeniden keşfetmeye, imkan ve kabiliyetlerini canlandırmaya ihtiyacı var. 'Yeni Yeşil Düzen', AB'nin karbon salınımı, sıfır atık gibi başlıklarda, dünya ekonomisi ve küresel ticaret adına yeniden 'öncü rol' üstlenmesi, bu alanda yeni bir hikaye yazması, AB'nin geleceği açısından 'kalıcı' bir çıkış yolu olabilir. Aksi durumda, 'aşırı sağcılaşma' riski ve 'dayanışma kültürü'ne yönelik artan 'inançsızlık'la projenin geleceği giderek daha fazla tehdit altında olacak.