ABD'de başkanlık seçimleri yaklaşırken, Pentagon'dan Başkan Trump'ın aleyhine sızdırılan bilgilere karşı, Trump'ın tavrı, ABD ordusunun neferlerinin kendisini sevdiği; esas Pentagon'u yöneten generallerin kendisinden nefret ettiği yönündeki açıklaması oldu. ABD savunma endüstrisinin mermi, mühimmat, füze ve savaş uçağı üreten firmalarının para kazanması adına, generallerin sadece dünyanın her yerinde savaş çıkarmayı bildiğini, bir kez daha başkan seçilirse, ABD'yi savaşlardan uzak tutacağını açıkladı Başkan Trump.
Açıkçası bu açıklama bir 'gözdağı' mı; yoksa, bir kez daha seçilmesi halinde, Başkan Trump 'gerçekten' ABD'yi neredeyse 60 yıldır kıskacında tutan 'savunma bazlı ekonomi' paradigmasından çıkarmakta kararlı mı; göreceğiz. Ancak, daha 1,5-2 sene önce, Beyaz Saray'da ağırladığı Suudi Arabistan veliaht prensi Bin Salman'a tutturduğu kartonlarla Orta Doğu'ya sattığı yüz milyarlarca dolarlık silahları gururla anlatan Başkan Trump'ın böyle bir paradigma değişikliği için adım atmaya kalkması, sadece Pentagon için değil, Washington'a son 40 yıldır 'ahtapot' gibi çöreklenmiş olan 'Amerika derin devleti' açısından da büyük bir 'deprem' etkisi anlamına gelir.
Açıkçası, böyle bir olası paradigma değişikliğinin ABD'nin 'yakıcı' 'mutlak üstünlük' kuralına dayalı 75 yıllık 'Orta Doğu Stratejisi'ni ne ölçüde etkileyeceği; etkilemeyecek ise bir paradigma değişikliği olasılığının aslında mümkün olmadığını vurgulamamız gerekir. Başkan Franklin Roosevelt ile Suudi Arabistan Kralı Bin Faysal El-Suud arasında, Süveyş Kanalı'nda USS Quincy savaş gemisinde Şubat 1945'de gerçekleşen toplantının özü, ABD'nin Birleşik Krallık ve Napolyon döneminden beri izlediği politikaya rağmen Fransa'yı Orta Doğu ve Körfez'de 'çırak' çıkartıp, bölgede 'tam hakimiyeti' ele geçirmekti.
Soğuk Savaş dönemiyle birlikte hız kazanan ve 1., bilhassa 2. Körfez Savaşı'ndan sonra, tam istenen kıvamda en doruk noktasına ulaşan ABD'nin 75 yıllık Orta Doğu Stratejisi, 2. Dünya Savaşı'ndan itibaren kanatlarının altına aldığı Avrupa'nın güvenliğini daha 'Orta Doğu'dan itibaren sağlamak; olabilecek en sınırlı imkan ve tedbirle, elbette en düşük maliyetle Orta Doğu'daki petrole kolayca ulaşmak; İsrail Devleti'nin tam güvenliğini sağlamak noktasında, 3 sac ayağına dayanıyor. Bu şekilde tanımlanmış bir Orta Doğu Stratejisi'nin, Trump'la bir paradigma değişikliğine uğraması benim açımdan hala mümkün gözükmüyor. Çünkü, Trump'ın bizzat kendisini stratejinin 3. sac ayağına yönelik, bugüne kadar hiç bir başkanın atmadığı adımları atıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır'ı da katarak.
Muhtemelen, Trump'ın çelişkili tavrını Orta Doğu'da bir rol kapma ve 'geçmişte kaybettiklerini telafi etme' fırsatı olarak gören Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise, her yere saldırmış durumda. Bölgedeki tüm aktörlerin ataklarını, hamlelerini iyi okuyup, Türkiye olarak tüm salvolara, tüm hamlelere ve ataklara 'ödünsüz' karşı hamlelerimizi yapmayı sürdüreceğiz.