İktisat alanı, doktrin veya fraksiyon boyutunda iki ana gruba bölünmüştür: arz yanlısı neoliberaller ve talep yanlısı keynesyenler. Dünyaca meşhur İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, neoklasikleri, bugünkü neoliberalleri ekonomide esas belirleyici olan alanı 'arz' olarak tanımlamaları ve ekonomiye kamu müdahalesine şiddetle karşı çıkmaları itibariyle ağır eleştirir. Bu nedenle, 1929 Büyük Buhranı'nın bir 'talep şoku krizi' olduğu gerçeği ile; iktisat literatürüne 'kamu müdahalesi'ni ve ekonomide esas belirleyici tarafın 'talep' olduğunu Keynes kazandırmıştır.
1970'lerde, 80'lerde, 90'larda ve 2008'deki son küresel finans krizinde 'arz yanlısı liberaller' ile 'talep yanlısı devletçiler' arasında pek çok defa büyük tartışmaları dikkatle izledik.
Dünya ekonomisini sarsan her derin krizde, devletin ekonomiye müdahalesi ve 'talep şoku'na yönelik çözüm önerileri haklı çıktı.
Bugün, Dünya Sağlık Örgütü'nün 'küresel çapta salgın' olarak ilan ettiği 'Koronavirüs Krizi'nde de aynı süreci bir kez daha gözlemliyoruz.
Başlangıcında, Çin'i vuran salgın, Çin'den ara mamul ve hammadde tedarik eden şirketler için bir 'tedarik' ve 'arz şoku' kriziydi. Dünyada milyonlarca firma, Çin'den yaptığı tedariki hangi ülkeden telafi edeceğini arayarak geçirdiği şubat ayını.
Ancak, koronavirüs salgını, İran, İtalya gibi ülkelerde sebep olduğu vaka ve ölüm sayılarıyla öyle bir 'korku salgını'na sebep oldu ki, ülkelerin ardı ardına aldıkları sert karantina tedbirleri ve bu konuda geç kalan ABD, Almanya, İspanya gibi ülkelerde tırmanan hezeyan ve endişe, bugün küresel çapta bir 'talep şoku krizi'ne de dönüşmüş durumda. Keynes'in formülü basit ve net; ülkeler ve uluslararası kurumlar, sadece para politikası tedbirlerini değil, kamu bazlı kaynak ve imkanları, özel amaçlı finansal fonları, vergi indirimlerini, kamu harcamalarını da acilen ve etkili olarak seferber edecekler.
Koronavirüs krizinin sebep olduğu 'arz' ve sonrasındaki 'talep şoku'nun küresel çapta şirketlerin cirosunu, karlılığını olumsuz yönde etkileyeceği yönündeki beklenti o kadar 'kötümser' bir noktaya gelmiş durumda ki, hafta başından bu yana, ABD borsalarındaki ağır kayıpları borsa seanslarına ara verilmesi dahi durduramıyor. Ve, ilk etapta devreye alınan, yüklü faiz indirimleri ve 'helikopter metodu'yla piyasalara 'havadan' para yağdırılması benzeri para politikası tedbirlerinin, merkez bankalarının adımlarının da 'histeri'ye dönüşmüş 'kötümserliği' frenlemeye yetmiyor, gözüküyor.
İşin ilginci, böyle bir piyasa tablosu karşısında, 'güvenilir liman' konumunda olan altın da satış yedi ve 1700 dolar seviyelerine doğru tırmanırken, kısa süre içerisinde 1600 doların altını gördü. Borsalar, altın, tahviller, petrol, finansal yatırım araçları ve emtialar birlikte çöküyor. Avrupa, bu defa Almanya'nın hızlı davranması koşuluyla ancak, 2008'deki hatayı tekrarlamayacaktır. Bu süreçte, kim 'talep şoku krizi'ni atlatırsa, bu süreçten az yarayla; hatta kazançlı çıkacaktır.