İstanbul'un Fethi'yle başlayan ve 1750'de, 1 Sanayi Devrimi ile 1789 Fransız İhtilali'nin sebep olduğu değişimle son bulan 'Yeni Çağ', 'emperyal genişleme' döneminin tüm özelliklerini temsil eder. Devletin temel güç ve yetkilerinin tek kişide toplandığı, yani mutlakıyetin (monarşi) geçerli olduğu bu dönem, jeostratejik yönüyle bir 'keşifler dönemi', ekonomi politikaları açısından 'devletçi dönem' dir.
1750 ile 2000 arası dönem ise, 1., 2. ve 3. Sanayi Devrimi'ne şahitlik etmiş, 'parlamenter sistem'e öne çıktığı; bilhassa 1. Dünya Savaşı (1914) öncesi ve 2 Dünya Savaşı (1956) sonrası dönemde, ekonomi ve siyasette 'romantik ve liberal dönem' olarak tanımlayabileceğimiz bir dönemdir. Bu dönem, ilk etapta, 'küreselleşme'nin tohumlarının atıldığı; ardından 1991'de 'Soğuk Savaş'ın bitimiyle, 'küreselleşme'nin yeşerdiği, dünya ekonomisinin ve küresel ticaretin atılıma geçtiği, küresel büyümenin hız kazandığı dönemdir.
Bu tablo, hiç kuşkusuz, 21. Yüzyıl için bir 'barış, huzur ve kapsayıcı kalkınma' yüzyılı olması noktasında önemli beklentileri de beraberinde getirmişti. Gerçek hiç öyle olmadı. Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika, Rusya, Türkiye ve Endonezya gibi 'yeni yükselen' ve 'küresel ve bölgesel güç merkezi' konumuna gelen ülkeler, 21. Yüzyıl'da 'teknoloji'yi sadece kendileri üretecek ve gelişmekte olan ekonomileri sadece 'üretim ve tüketim merkezi' olarak kullanacağını zanneden 'gelişmiş ekonomileri' korkuttu. Bu korku, endişe, tedirginlik, gelişmiş ekonomilerin 'yeni yükselen ekonomiler'e karşı 'tehditkar rekabet dönemi'ni oluşturmalarını tetikledi.
'Romantizm' gitti, 'realist ve acımasız' dönem geldi. 'Barış ve huzur', 'iki kutuplu ve simetrik tehdit' dönemi bitti; 'istikrarsızlık ve huzursuzluk', 'çok kutuplu ve asimetrik tehdit' dönemi geldi. Terör örgütleri ve paramiliter yapılar üzerinden 'vesayet savaşları' öne çıktı. Bugün ise, devletlerin artık doğrudan birbirlerini tehdit ettikleri, küresel ticaret alanında birbirleriyle doğrudan 'ticaret savaşları'na giriştikleri bir 'tehditkar rekabet' dönemini tüm boyutlarıyla yaşıyoruz. Bilhassa, gelişmiş ekonomilerde sebep olduğu 'aşırı sağcılaşma' ve 'korumacılık' eğilimleriyle birlikte.
Bu tablonun bütünü, 21. Yüzyıl'ın en az yarısını 'tehditkar rekabet ve kriz yönetimi' dönemi olarak geçireceğimize işaret ediyor. 'Ticaret Savaşları', 'Salgın Hastalık Riski', 'Dijitalleşmenin Yaratıcı Yıkımı', 'Bölgesel Çatışmalar', 'Küresel İklim Değişikliğine Duyarsızlık', 'Bölgesel ve Küresel Göçler ve Mülteci Sorunu' gibi her biri dünya ekonomisi, küresel ticaret ve 'kapsayıcı kalkınma' için 'tehdit' oluşturan tüm başlıklara karşı kapsamlı bir 'Kriz Yönetimi'. Türkiye dahil, dünyanın kaderini belirleyecek, etkileyecek 25 önde gelen ekonominin önümüzdeki 30 yılı 'tehditkar rekabet' dönemine yönelik 'kriz yönetimi' tedbirleri ve kurallarıyla geçecek.
Türkiye'nin 'sınır güvenliği'ni, 'birlik ve bütünlüğü'nü perçinleyecek, tahkim edecek; yüksek katma değerli milli gelir üretim becerisini, küresel ticaretteki payını daha da güçlendirecek; dünya ekonomisindeki payımızı önce yüzde 1,5'e, ardından yüzde 3'e çıkaracak bir 30 yıldan söz ediyoruz. Dijital dönüşümde, savunma alanında, robotlaşma ve yeni nesil makineleşmede, enerji teknolojileri ve enerji kaynaklarında, küresel rekabette gücümüze güç katacak alt ve üst yapı projelerinde 'milli-yerli' projelere dayalı büyük hamleleri hayata geçirdiğimiz bir 30 yıl. Bu süreci, tüm 'hain yapıları', tüm 'vesayet odakları'nı içimizden bütünüyle temizleyerek, 'birlik ve beraberliğimizi' güçlendirerek, 'geleceğe odaklanarak' başaracağız.