Küresel ekonomi-politik, bilhassa 'gelişmiş Atlantik'in 21. Yüzyıl'ın temel sorunlarına çözüm üretecek süreçlere, mutabık kalınacak yol haritalarına gereken ilgiyi, ciddiyeti ve samimiyeti göstermemesi, kendisinden uzak coğrafyalarda artan sorunlara kayıtsızlık ve sorumsuzluk göstermesi nedeniyle, hayli sancılı, hayli ağır bir 'dönüşüm'ün içinden geçiyor. Neoliberallerin ve neoemperyalistlerin hakimiyetindeki 'müesses nizam'ın dayatmaları, insani değerlere yönelik duyarsızlıkları, hoyratlıkları, yeryüzünün toplumsal ve doğal atmosferini zehirlemiş durumda.
Hava ağırlaşmış durumda ve soluduğumuz oksijen o kadar zayıf ki; umutsuzluk adeta dünyayı esir almış gibi hissediyoruz. Oysa, 21. Yüzyıl açısından kaçınılmaz gerçek olan 'Asya-Pasifik'in önlenemez yükselişi'ni 'neoemperyal' metotlarla durdurmaya çalışmak yerine; 'gelişmiş Atlantik' Türkiye ve Hindistan'ı 'küresel dönüşüm'ün 'dengeleyicileri' olarak göreve çağırabilirdi. Oysa, 'neoliberal-neoemperyal' müesses nizamın boyunduruğundan kurtulamayan 'Atlantik İttifakı', 'demokrasi kültürü' gelişmiş Türkiye ve Hindistan'ı ille de Rusya ve Çin'i 'kuşatacak' 'kale'ler gibi görmek yerine; Avrasya'ya yön gösterecek, umut verecek, 'demokrasi kültürü zayıf' ülkelere rol model olacak iki 'yükselen ekonomi' olarak kabullenmeli.
Gerekçe basit, yalın. Gerek Türkiye, gerekse de Hindistan 'birileri'nin, daha geniş bir tanımla 'müesses nizam'ın 'ileri karakolu' gibi bir rolü elinin tersiyle itecek düzeyde bir 'zihinsel dönüşüm' gerçekleştiriyorlar. Bu nedenle, her iki ülkenin Rusya ve Çin'e bakışları, işbirliğini geliştirmeye yönelik yapıcı adımları, küresel ekonomi-politikteki artan rolleri, Türkiye ve Hindistan'a bir takım rollerin biçilmesinin artık mümkün olmadığı bir düzeye ulaşmış durumda. Müesses nizam, Türkiye'nin güneyinde bir 'terör koridoru' oluşturarak, Hindistan ile Pakistan arasında 'Keşmir Sorunu'nu kaşıyarak, sonuç elde edebileceklerini düşünecek kadar 'körleşmiş' durumdalar ise, kendi 'sonları'nı da hazırlamaktalar.
Ancak, Rusya ve Çin'in de dönüp 'aynaya bakmaları' gerekiyor. Her iki ülke de, bölgesel ve küresel ölçekte yaydıkları 'açık' ve 'örtülü' tehdit algısıyla kendi jeostratejik konumlarına pozitif bir katkı sağlamıyorlar. Avrasya açısından 'kapsayıcılık' ve 'kucaklayıcı anlayış' noktasında tatminkar, anlaşılır mesajlar verdikleri söylenemez. Her bölgesel veya küresel gelişmeyi salt kendi menfaatleri için değerlendirmeye fazlasıyla öncelik verdikleri izlenimi veriyorlar.
Rusya ve Çin'in Avrasya'nın geleceği için daha 'yapıcı' bir pozisyona geçmeleri herkesin yararına. Bu nedenle, Türkiye ve Hindistan'la çok yönlü, zenginleştirilmiş ilişkiler kurmaya ihtiyaçları var. Bilhassa, Çin'in 'kuşak-yol' projesi, bu projeye taraf ülkelere de fırsatlar sunan bir açılım ortaya koymazsa, 'kuşak-yol' doğudan batıya işlediği kadar, batından doğuya da işlemez ise, 'kapsayıcı' bir gelecek kurgulanamaz ise, 'kuşak-yol' pek çok engelle karşılaşabilir. Aklı olan, Türkiye ile Hindistan'ın vazgeçilmez rolünü iyi okur, içselleştirir ve adımlarını buna göre şekillendirir.