Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmenin hızına yetişmekte zorlandığımız bir yüzyıldayız.
Öyle bir yüzyıl ki, yakın zamana kadar dünyanın en gelişmiş ve refah düzeyi yüksek olarak kabul edilen ülkeleri ile aralarında Türkiye'nin de yer aldığı önde gelen gelişmekte olan ekonomiler arasındaki teknoloji düzeyi farklılığı, refah düzeyi algısı hızla kapanıyor.
Dünya nüfusunun geniş bir bölümünün akıllı cihazlara erişim imkânının hızlandığı ve güçlendiği bir dönemde, her türlü bilgiye, habere ve detaya kolayca ulaşabilmek mümkün.
Küresel ekonomi-politik dengelerdeki değişim, önde gelen gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki diplomatik ilişkilerin de yeniden kurgulanmasını gerektirmekte.
G7 Grubu'ndaki ülkelerin, ABD, Almanya, Fransa gibi ülkelerin, diplomasi masasına kendilerine göre kimi kozları, üstü örtülü tehditleri getirmelerinin artık sonuç vermediği bir 'Akıl Çağı'nın içindeyiz. Bu çağ, ülkeler arasındaki ikili ilişkilerin artık şeffaflığa, dürüstlüğe, karşılıklı güvene ve birbirlerinin menfaatlerini gözetmelerine dayalı olacağı bir döneme işaret ediyor.
Asya-Pasifik ile Atlantik arasındaki kapışma, 2050'de, dünyanın en büyük 5 ekonomisinin Türkiye'nin de içinde yer aldığı E7 Grubu'ndan çıkmasını tetiklerken, Fransa, bugün 10'uncu sıradaki konumundan, 2050'de 11'inci sıraya oturacak olan Türkiye'nin bir altına, 12'nci sıraya gerileyecek.
Bugün 5'inci sıradayken, 2050'de 9'uncu sıraya gerileyecek Almanya açısından, 14'üncü sıradan 11'inci sıraya yükselecek olan Türkiye ile ilişkileri daha da güçlü kılmak mı doğru bir strateji, yoksa koparma noktasına getirmek mi?
Çin'in milyarlarca dolarlık yatırım yapmayı hedeflediği 'kuşak-yol projesi'nin en kritik küresel lojistik merkezi ve ulaşım-enerji koridoru olacak Türkiye'nin, yürütülecek trilyon dolarlık projeler açısından işaret ettiği cazibe Alman şirketlerinin de gözünü kamaştırırken, Almanya'nın demode bir diplomasi anlayışı ile FETÖ-PKK kartını pazarlık masasında tutma arayışı, 'Akıl Çağı'nın neresine sığar?
Avrasya'da, Doğu Akdeniz'de hızla alan ve nüfuz kaybeden Almanya açısından, Türkiye ile güçlü ilişkiler mi daha akılcı; yoksa terör örgütlerini maşa olarak kullanayım derken, esas Türk halkı ile ilişkileri sıfırlamak ve kendini 'istenmeyen' ülke ilan ettirmek mi daha akılcı?
İngiltere ile Brexit sürecinde ciddi görüş ayrılıklarının, Polonya ile 'yargı reformu' tartışmalarının ortasında, yoksa AB ve Almanya, Türkiye üzerinden bir şeyleri gölgede mi bırakmaya çalışıyor? Esas, Alman şirketleri kendi hükümetini uyarmalı, diye düşünüyorum.