Bir 'ulusal sol-gerçek sol ayrışsın' tartışmasıdır gidiyor. Sonuna kadar doğru.
Eğer Türkiye'de siyasal planda daha farklı oluşumlardan söz edeceksek ulusal solla sol birbirinden ayrılmalıdır.
Bu bizde eski bir tartışmadır. Zaman zaman ısınır. Ama sonuçlanmaz. Ulusal sol her daim solu boğar, maalesef. Ve aklımın almadığı hususlardan biridir solun 'ulusal sol' şekline bürünmesi.
***
1960'larda
Mihri Belli'nin başlattığı
Milli Demokratik Devrim (MDD) tartışması bu
ayrışmayı yaratmıştır. İşin
özünde
İttihatçı geleneği
vardı. Belli,
ordu (ve
aydınlarla bürokrasi)
olmaksızın Türkiye'de
sol bir dönüşüm gerçekleşmeyeceğini
vurguluyordu.
Bu görüş kısmen dönüşerek daha sonra
Doğan Avcıoğlu tarafından önce
YÖN sonra
Devrim dergisinde savunuldu.
(Belli,
Türk Solu'nda yazıyordu.) Bu durumun önemli bir nedeni Türkiye solunun özgün ve yerel bir görüş geliştirememesidir deyip devam edeyim.
İdris Küçükömer'in basit bir
kalkınmacılık ve
köylülük / halk temelinde getirdiği
'
Türkiye'de sol sağdır sağ da sol' tezi, bütün
basitliğine, indirgemeciliğine ve yanlışlığına rağmen,
bu alanda neredeyse tek özgün görüştü
denebilir. (Bu görüşü özünde sağcı olan ama
solda bulunanlar benimsiyordu.)
***
Oysa Türkiye'de
sol, özgünlük ve gerçeklik bağlamında bir şey söylenecekse
Mehmet Ali Aybar anılmalıdır. Aybar'ın iki 'mücadelesi'
vardır.
Birincisini daha
1940'lı yıllarda öne sürmüştü.
Sovyet modelinin,
Leninist parti anlayışının yanlış olduğunu dile getirdiği bu düşüncesinde sonuna kadar diretti. İkincisi, '
bey, paşa, kodaman' yani '
ordu -aydın -bürokrasi' solculuğuna karşı çıktı. Bu işin bir işçi hareketi olduğunu, sosyolojiye ve ekonomiye dayandığını, öyle darbeyle '
şanlı ordu' retoriğiyle gerçekleşmeyeceğini vurguladı. 27 Mayıs'a da karşı çıktı.
TİP buydu. İşler bu yönde ilerlerken
Mihri Belli'nin görüşleri nereden çıktı, neden çıktı
sorusu ciddi bir sorudur.
Spekülasyonuna girmem.
O tartışma malumdur. Fakat bu hareket sadece solu bölmekle,
1970'lerin gençliğini
silahlı mücadeleye itip kırdırmakla kalmamıştır.
Sonradan dalga dalga büyüyecek şekilde
Kemalizmi ve orduyu Türk 'sol' siyasetinin ayrılmaz parçası haline getirmiştir.
1971, 1980, 1997, 2007 hareketleri ve hatta bugün o cephede olanlar bütünüyle bu
ulusalcı sol dalganın serpintileridir.
O kadar böyledir ki,
1970'lerin '
Ortanın Solu' Ecevit bile
1980'lere geldiğinde artık
'
sosyal demokrasi' kavramından, ne kavramı
sözcüğünden, kaçıyor, uydurma bir
'
Demokratik Sol/culuk' teziyle yetiniyordu.
Onu
1997 ve
2007 arasındaki gelişmeler izledi.
Ulusalcılık Türkiye'de başka hiçbir yerde eşi menendi görülmemiş açık bir
sağ, askerci ideoloji halinde yükseldi. O hareket içinde '
sol', sol olmaktan çıkıp '
sos' haline geldi:
ulusalcı, askerci, Kemalist hareketin sosu. Bütün o
Baykal- Kılıçdaroğlu- CHP çizgisi de aynı yolda ilerledi. Ne
sosyal demokrasi kaldı ne bir şey. Ulusalcılığın türleri halinde süren bir siyaset söz konusu.
***
Bugün ne oldu da gene bu ayrışma ihtiyacı dile getirildi, bilmiyorum. Doğrusu budur.
Yapılmalıdır. Ama bu sol
nasıl ve hangi sol olacaktır? Gerçek sol çevrelerin sadece
ayrışmakla yetinmeyip bir de bu soru üstünde
düşünmesi gerekir. Bu bir
entelektüel çabadır.
Bugünkü dünyada sadece '
işçi sınıfı' diyerek
sol hareket daha fazla üretilemez.
Marksizm kolay bir felsefi düşünce değildir. Yeniden yorumlanması gerekir. Belki de aşılması,
yeni bir düşünceyle ikame edilmesi zorunludur.
Ama temel gerçek değişmez: şu tarif ettiğim ulusalcılıkla solculuk olmaz.
Oldu mu ki?...