Siyasal alanda herhalde doğal olan spekülasyonlardan uzak bir şekilde ele almaya çalıştığım Kılıçdaroğlu ve adaylık konusunda yazdığım yazıyı doğru yorumlayanlar da oldu yanlış yorumlayanlar da. Son derece anlaşılabilir bir durum. Fakat ben oradan hareketle başka bir 'eskiz' çizmeye çalışacağım.
Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanı olarak aday olması gerektiğine değindim. Bunun sistem bakımından önemli olduğunu belirttim. Sadece sistem değil önemli olan. Siyasetin kendisi de bana göre bunu gerektirir.
CHP ise bu konuya başka bir açıdan yaklaştığını belirtti, belirtiyor. Adaylık sürecinin 'Hayır bloğunun' bir uzantısı olarak ele alınacağını, adayın geniş bir katılımla/tabanla mı ortaya çıkarılacağı yoksa soruşturmalarla/ araştırmalarla mı tespit edileceği konusunun henüz belirlenmediğini söylüyor.
Gene de bana göre her iki durumda adayın başka bir statüsü olacaktır: Partiler üstü aday!
***
Bizim kuşak bu
partiler üstü kavramını çok iyi bilir, tanır ve hiç sevmez.
12 Mart kabineleri söz konusu olduğunda
Nihat Erim o güne kadar en yerleşik CHP'li olmasına rağmen istifa ettirilmiş, bir gecede '
partiler üstü', bağımsız, tarafsız Başbakana dönüştürülmüştü. Bu komedi içinde bir yandan
Ecevit isyan bayrağını açar ve kendisini
İnönü'yü yenip CHP Genel başkanlığına taşırken bir yandan da Erim '
Beyin kabinesi' kurmuştu.
Ondan sonra da siyaset ne zaman sıkışsa bu
partiler üstü kavramı gündeme geldi. Bazen doğrudan
aranan bir kişi etrafında (o kişi hep aranır) bazen de kendi payıma her
zaman şiddetle karşı çıktığım '
büyük kabine' şeklinde. Daha
İttihatçılar döneminde
de bu '
büyük kabine' denenmiştir.
Çok yıllar sonra
2001 krizi ertesinde de
Kemal Derviş bir tür '
partiler üstü isim' olarak gelip olmadık işler çevirmişti.
***
Her zaman, her dönemde bu oluşumlara, evet, tepki gösterdim.
Nedeni açık. Aktif siyasetten kaçınmakla birlikte daima siyasetin
önemli ve erdemli olduğuna inandım. Bu, inandığım ama iyi inandığım pek az ilkeden biridir.
Siyasal düşünce felsefeyle iç içe geçmiş bir halde insanlığın en önemli birikimidir. Toplumsal '
kurtuluş'un da ancak
siyasetin geniş bir tabana yayılmasıyla mümkün olacağını düşündüm.
Partiler üstü kavramı bu nedenle bana daima itici geldi. İticilik neticede sübjektif bir kavram. Oysa
siyaset üstü olmak bal gibi
politik bir kavramdır ve
çok kötü bir politikaya tekabül eder. Bu, bir ülkenin ve toplumun karşılaşacağı en kötü hallerden biri olan
apolitik olma durumudur. Bir toplumun siyasal planda yok edilmesi onun
depolitizasyona mahkum edilmesiyle mümkündür. Bütün o
darbeler, bütün o
askeri rejimler, bütün o
sıkıyönetimler tamamen
apolitik/ partiler üstü birer siyasal dönemdir.
12 Eylül Türkiye'de
depolitizasyonu anayasallaştırmış bir darbedir.
***
Türkiye bu gömleği daima kendisine dar bulmuştur. Türkiye'de insanlar
toplumsal ve ekonomik özneler olmadan
siyasal özneler haline geldiği için,
1950'de,
siyaset dışı bir yönetime ve anlayışa daima karşı çıkmıştır.
Bu nedenle askeri darbelerin 'intikamını' daima izleyen ilk seçimde almıştır. Siyasetin kaldığı yerden devamını sağlamıştır.
Bugünkü
CHP arayışının maksadı bu olmayabilir. Ama bu bir
bilinçsizlik durumudur. Siyaset maksatlarla yapılır, doğrudur. Ama her maksadın sanılandan farklı anlamları vardır. Partiler üstü bir '
cephe' adayına ciddi bir
tepkinin geleceğini CHP bilmelidir. Hele
1994'ten bu yana
harıl harıl siyaset yapan ve varlığını siyasete borçlu sayan bir
toplumda bu yaklaşım büsbütün tepki görebilir.
Politik, ideolojik bir aday ise çok daha yüksek şansla hareket edecektir.
Türkiye'de
Macron olmak kolay değildir.