CHP'nin 'adalet' temalı yürüyüşü tamamlandı. Bu yürüyüşün kazasız belasız atlatılması gerek iktidarın gerekse muhalefetin olgunluğunu gösterir. Olması gereken budur. Bir ülkede bu türden girişimler ve eylemler sükûnetle karşılanıp, dikkatle sonuçlandırılmalıdır. Bu hareket bundan böyle olumlu- olumsuz yanlarıyla ve önümüzdeki dönemde göstereceği yeni açılımlarla elbette siyasal tarihimize geçecektir.
Yürüyüşün yorumlanması ve iyi yorumlanması gerekir. Benim ilk düşüncem şudur: eğer temanın önemi bir an için kenara bırakılırsa yürüyüş siyaset üretmekte gelip sınıra dayanmış, tıkanmış bir muhalefetin o ihtiyacını bir eylemle yeniden uyarması girişimidir.
***
Girişimin toplumda CHP'ye
görünürlük kazandırdığı muhakkaktır.
Güçlü, gerçekçi, siyaset üreten bir muhalefete duyduğumuz
toplumsal ihtiyaç bakımından bu önemlidir.
Pasif, içine dönük, üretken olmayan bir muhalefetin
siyaset üretiminde yarattığı
boşlukların cezasını sadece muhalefet partisi ve
tabanı çekmez.
Böyle bir boşlukta, hiçbir şeyin yapılamadığını gören
çevrelerde siyaset hızla
karamsarlığa, tepkiselliğe ve giderek
patolojik tutumlara dönüşür. Muhalefetin varlık sebebi olan
siyaset üretimiyle bu tablo değişir.
Umarız bu hareket öyle bir imkân yaratmaya yetmiştir. 25 günde böyle bir sonuç elde edilmiş midir, yanıtlamak güç. Dediğim gibi, bir
görünürlük ve etkinlik kazandığı muhalefetin belli. Ama her şeyin bu
yapı içinde güllük gülistanlık olduğunu sanmamak gerek.
Bundan sonrası
CHP'nin iç meselesi olacaktır.
Kılıçdaroğlu ve yakın ekibinin bu hareket içinde aldığı ve verdiği kararlar şimdi kendi içlerinde tartışılacaktır. Nasıl adlandıracağımı artık bilemiyorum ama
Ulusalcı Cephe dersem eğer o kesimin şimdi yeni bir
iç tartışmadan geçeceği besbelli. Belki bu tartışmadan yeni
kırılmalar doğacaktır.
2019'a giderken bu gelişmeler önem taşıyacaktır. Bundan böyle
Atatürkçülüğün ve Ulusalcılığın bir kere daha yorumlanışına ve tanımlanışına tanık olacağız.
***
Yürüyüşle doğan ortamın başka bir boyutuna değineyim.
2019'a gidiyoruz.
2013 sonrasında Türkiye bir çalkantıya sürüklendi.
2015 doruk oldu. Kim ne derse desin bütün darbeler gibi iğrenç ama onlardan daha da iğrenç olan darbe yepyeni bir dönemi başlattı. Bana kalırsa
darbe süreci devam ediyor. Bu yarın darbe olacak demek değildir. Ama
sürecin alttan alta işlediğini de bilmek zorunludur.
Kendi içinde çelişkiler, güçlükler barındıran bu dönem
kökleri çok daha öncesine giden ama her geçen gün biraz daha katılaşan bir gerçek çıkardı:
Türkiye'de siyaset değil savaş yapılıyor. İşin bu yanı önümüzdeki dönemde daha da kızışacak.
Kemikleşmiş kutuplaşma git gide, gene aynı kavramı kullanayım, daha
patolojik bir nitelik kazanacak.
Bu durum
görülüyor. Görülüyorsa
önleminin de iki taraflı olarak alınması gerekir.
İktidar da muhalefet de bu yönde bir
sorumluluk ve
yapıcı bir tutum sergilemek zorunda. Yoksa ortaya çok
sorunlu bir ülke çıkacak. Bu bakımdan şimdi çok yakınılan ve bilhassa
adaletle ilgili olan problemlerin dikkatle izlenmesi gerekir.
Ergenekon, Balyoz konularında yaşanan sorunun bir kere daha
aynı mizansen ve senaryo içinde ortaya çıkmasına kimse daha fazla tahammül edemez. İktidar hiç edemez.
Umarız bu yürüyüşle birlikte Türkiye'de
yeni bir dönem başlar.
Taban politikası bakımından
sınırları belli bir muhalefet belki bu hamlesinden
sonra daha farklı bir noktaya kayar ve
yeni bir yaklaşım içine girer.
Savaşa değil siyasete ihtiyaç duyuyoruz...