Dünyanın başka hiçbir yerinde 'bayramlar' konusunda bizdeki gibi düşünüldüğünü, tartışıldığını görmedim. Amerika'da Şükran Günü en büyük dini bayramdır. Zaten o günle beraber 'bayram dönemi'ne girilir, onu Christmas / Noel izler, ardından da Yeni Yıl gelir ki, onlar da Hıristiyan âleminde büyük dinsel bayramlardır.
Bu günler ABD'de büyük bir huşu içinde kutlanır. Hele Şükran Günü'nden 300 milyonluk Amerika'nın neredeyse tamamı hareket halindedir, insanlar seyahat eder, aileler bir araya gelir. Sokakta kimsenin kalmamasına, kimsenin o geceyi yalnız geçirmemesine özen gösterilir. New York'un bile o akşam nasıl terk edilmiş, ıssız, 'distopik' bir kente dönüştüğü en iyi büyük usta Stanley Kubrick'in Eyes Wide Shut filminde sergilenir.
Kısacası, Amerika, Türkiye'deki Kemalistlerin, Beyaz Türklerin, Batıcıların hiç sanmadığı derecede muhafazakâr, dindar bir toplumdur. Bu kutsal geceleri de o kadar önem vererek kutlar.
***
Fransa'da ve
İngiltere'de hiç böyle bir şey görmedim ki, haydi kendisine göre kuralları olan
İngiliz Anglikan Kilisesi'ni bir yana bırakalım, Fransa'nın kısm-ı küllisi
Katoliktir. (O yüzden
St. Bartholomew yortusu akşamı,
24 Ağustos 1572 gecesi
30 bin Protestan'ı öldürdüler. Madem öyle gene bir film adı verelim:
Patrice Chereau'nun yönettiği
La Reine Margot, muhteşemdir. Ben bir de gene
Beyaz Türklerin, Batıcıların ve Kemalistlerin sandığının tersine, dünyada sinek uçsa haberi olan
Osmanlı sarayında o gece hakkında neler yazılıp çizildiğini merak ederim.) Noel biraz daha öne çıkar ama Amerika'daki gibi bir heyecan yoktur.
Devrimler tarihi ve
ateizm yaygınlığı böyle bir sonuç doğurdu denebilir.
***
Hal bu iken, neden bizde bayramlar böyle hasretle anılır?
Çocukluğumu anımsıyorum, ki şöyle böyle
yarım yüzyıldan hayli fazladır, bayramın kendisini kutlamaz,
nostaljisini konuşurduk.
Bugün gene öyle. Peki konuştuğumuz nedir? Çocukluğumda, diyelim
1960'larda
1900'ler konuşulurdu. Hep
Direklerarası'ndan söz edilirdi. Kimsenin 16 veya 17. yüzyıl bayramlarını konuşacağı yoktu. Bugün de aynı şeylerden bahsediliyor. Kaldı ki, ben Direklerarası'nda 'piyasa yapanları' yaşadım. Bugün onlar yok ama sözü ediliyor...
Bu durum aklıma şu
geçmiş ve gelenek dediğimiz kavramların '
keşfini' getiriyor. Gelenek ve geçmişin '
keşfedilen', o anlamıyla da 'inşa edilen' bir 'şey' olduğunu büyük
Marksist tarihçi Hobsbawm öğretti bize. O açıdan bakarsak, her gelenek tanımının bir
odak noktası var. Bizim bayramlar bakımından odağımız da
19. yüzyıl İstanbul'u. Dolayısıyla da anlatılanların, söylenenlerin '
zorunlulukla' gerçek olması gerekmez. Bu bir
kurgudur. Kurgu
söylem üretir.
O da tekrar ayrı bir
kurmaca oluşturur. İş böylece ayna yansımalarıyla devam edip gider. Velhasıl anlatılanların pek öyle gerçekle ilgisi yoktur-diyelim.
Hayalidir... Güzelliği de oradan gelir.
***
Daha da garip bir noktaya değineyim. Bu '
nostalji'yi öyle
muhafazakâr çevreler üretmez. Onlar daha
başka kavramlarla eğilirler bayrama. Daha ziyade
İslami bir terbiye ve tatbikat içinde onu ele alırlar. Ama '
geçmiş bayramlar' diyenler
Kemalist, Batıcı, Beyaz Türk çevrelerdir. Fakat bir süre sonra sanırım muhafazakâr kesim de farkında olmadan bu söylemi kabullendi, o da kullanıyor. Şimdi o çevrelerde de bu 'nostalji' rüzgârı esiyor ki,
bizatihi nostaljinin kendisi modern bir kavramdır.
Yani, bayram kavramında da
kültürel zihniyetler tarafından biçimlendirilmiş bir
ikilemin içindeyiz. Temas noktaları olsa bile,
daha
seküler ve daha
dini bir tutum orada
da kendini gösteriyor. O da olacak...
Yazdım ama siz bunları bırakın, güzel bir bayram geçirmeye bakın. Herkese sağlıklı, huzur dolu nice bayramlar dilerim