Taksiden iniyorum. Union Meydanı'ndayım. Zaten 'birlik' ve 'sendika' demek 'union'. Ansızın gelen seslerle irkiliyorum. Tam heykelin altında bir kalabalık var. O an anlıyorum. Bugün 1 Mayıs.
ABD'de 1 Mayıs kutlanmaz. Emek günü olarak onlar eylülün ilk pazartesisini seçmişlerdir.
Artık ayın kaçına gelirse... Ama insanlar burada toplanmış, tam da onu söylüyor işte: dünyanın her yerinde 1 Mayıs işçi, emek ve dayanışma günüdür. Bizde de öyle olsun.
***
Hava serin. Dün büsbütün soğuktu. Rüzgâr var. Asıl sis. Gökyüzü kapalı. Bahar çiçeklerini, yaprak ve kokularını göndermiş ama kendisi gelmemiş.
Dünyanın neredeyse tüm politik renkleri, kanatları orada. Konuşan insanları dinliyorum.
Saçları neredeyse beline inen zenci, genç bir erkek.
Haykırarak konuşuyor. Her şeyden yakınıyor.
Etrafıma bakınıyorum.
Bugünkü dünyada
politika bu demek.
Yani, eskinin
sol-sağ ayrımı, yakın zamanların
liberal-radikal ayrımı artık sorunlu. Yepyeni
hareketler var şimdi. Dünya
demokrasiyle sorun yaşıyor. Bu bir gerçek. Fazla önemsemiyor da demokrasiyi. Önemsiyor, elbette önemsiyor.
Ama gerçek beklentisi ve vurgusu
özgürlüğe dönük. Özgürlük olsun, insanlar görüşlerini,
düşüncelerini dile getirsin yönetimin adı, tarzı,
yöntemi varsın demokrasi olmasın.
İşte şunca insan da öyle yapıyor. Son derecede
sıradan gibi görünen, son derecede
gündelik talepleri dile getiren pankartlarını havalandırıyorlar.
Orta yaşın hayli üstünde bir kadın bir kâğıt veriyor elime. Süper zenginlere
süper vergi olsun diyor,
polis devlete değil bulunduğu
mahalle yönetimine bağlı olsun diyor, herkese
asgari gelir olsun diyor,
haftada dört gün çalışılsın diyor,
sosyal güvenlik iyileştirilsin,
askeri harcamalar % 75 azaltılsın,
enerjinin tamamı rüzgârdan, dalgalardan ve jeotermal kaynaklardan sağlansın diyor.
Zorlanırsa bulunur ama pek öyle '
sol' yok bu taleplerin içinde. Gene de bu hamle, bu hareket, bu arayış sol.
***
O civarda kalıyorum. İşlerim var. Bitirip meydana yakın bir yerde kahveye oturuyorum. Artık akşam üstü. Hareket devam ediyor. Daha da kalabalık. Kulak kabartıyorum. Konuşan herkesin tek talebi özgürlük. Hâlâ özgürlük. Daima özgürlük.
Sosyalist Enternasyonal'in
1890'da çalışanlar için tüm dünyada dayanışma ve mücadele günü kabul ettiği her
1 Mayıs'ta bitmeyen talep bu:
özgürlük!
ABD şimdi her zamankinden daha fazla istiyor özgürlüğü. Kimsenin aklına gelmeyen
Trump ülkenin başına gelince
özgürlüğün önemi daha da anlaşıldı. Nitekim sabahleyin, mahalledeki kitapçıya uğradım. Biraz bakınacaktım. Kapıda sayısız bebek arabasını birbiri ardınca 'park etmiş' görünce şaşırdım. Meğer
çocukların masal saatiymiş. Bütün anneler, bakıcılar bebekleri, çocukları yüklenip getirmişler.
Kitapçıyla ayaküstü konuşmaya daldık. Bizi, yani dünyayı da çocuklar yönetiyor ama
şeytani çocuklar dedi. Biraz düzeltmek istedim. Çocuk dedim şeytani olabilir, doğasında var bu. Ama
kötücül değildir. Yetişkinler ise
şeytani olmayabilir ama
kötücüldür. 'Sosyopat' Trump'ın tam açıklaması bu dedi.
Gene de şaşırtıcı yaklaşımlar var. Daha dün bir yazı okuyordum gazetede. İlginçti. Yazarını merak ettim. Kendini '
Amerikan istisnacılığına' (exceptionalism) inanan,
muhafazakâr, özgürlükçü biri olarak tanımlıyordu. Yani, muhafazakârlık ve tüm renkleri, Trump sonrasında da bir kategori olarak devam ediyor, ABD'de.
Gelin görün ki, bindiğim taksinin
Harlem İngilizcesi konuşan zenci şoförü, yok dedi, ben
Trump'a oy vermem, her lafı beni ayrı ürkütüyor.
Beni korkutan insanla işim olmaz.
Meydandan ayrılırken, gösteride konuşan adamsa, bakın diyordu, daha 100'üncü gününde Trump yoruldum diyor, şimdi sıra bizde, haklı taleplerimizi hiç yorulmadan dile getirelim:
bugün 1 Mayıs!
1 Mayıs dünyanın her yerinde aynı çünkü göğün mavisi dünyanın her yerinde aynı...