Siyasetin odağını ve özünü iktidar oluşturur. Ya iktidar istersiniz ya da iktidara karşısınızdır. Türkiye'de de insanlar iktidar istiyor. İktidara karşı olanlar da kendi iktidarlarını kurmak çabasında. Kısacası aklı başında herkesin iktidarla bir ilişkisi var.
Ama Türkiye'de büyük kitlelerin aradığı iktidarı yani Akparti iktidarını destekleyen kesimlerin iktidar arayışını ve talebini bu anlayıştan, bu yaklaşımdan biraz daha farklı düşünmek gerek.
Batının yüzyıllar içinde bazen siyasal bazen teknolojik devrimler yaparak hazırladığı kurumları ve yapıları Türkiye çok kısa sürede sadece siyasal iktidarı elde etmek yoluyla, sadece siyaset üstünden sağlamaya çalışıyor.
Komplekslerimizden arınalım ve daha sağlıklı, daha doğru bir analiz için kabul edelim. Çok uzun yıllar boyunca Türkiye'de devam eden, cereyan eden siyaset ve iktidar/lar/ı halkın büyük kitleleri ne istedi ne benimsendi. Halk, 1950 sonrasında, 1960'ta, 1971'de, 1980'de, 1997'de, 2007'de siyasal, bürokratik ve militer elitlerin elinden almasına ve o yöndeki girişimlerine rağmen her defasında kendi iktidarını kurdu. Türkiye tarihi bu çekişmenin sert, yıkıcı ve kanlı tarihidir. Hiç öyle sakin bir geçmiş değildir bu.
***
Bu iktidarların tamamı
temsil yoluyla kuruldu. Ama
2007'de yapılan referandum
neticesinde '
Cumhurbaşkanını halk seçsin' diyerek ilk defa kitleler
doğrudan iktidar kullanma hakkını elde
etti. Bu müthiş bir adımdı. Daha o zamanlar
çok yazdığım gibi hangi halk 'CB'nı sen
mi seçersin temsilcilerin mi seçsin' sorusuna
'temsilcilerim' derdi?
O adımın ardından gelen adımlar var.
Geleceklerdi. Geldiler.
Şunu da yazayım halk kendisinin
doğrudan iktidar kullanma hakkını öyle
15 Temmuz'da tankların önüne yatarak bir
kere daha hem somutlaştırdı hem kanıtladı.
***
Nihayet pazar günü bu tarihin bir başka adımı atılacak.
Cumhurbaşkanlığı sistemi yani
yürütmeyi yeni bir şekle sokan ve
partili cumhurbaşkanını öneren anayasa değişikliğini onaylayacak. Bu işin özeti budur!
Anlaşılmayan, unutulan yanı işin şu.
Türkiye sistemini değiştiriyor.
Sistem değişikliği sadece basit bir yönetim konusu
ve uygulaması değildir. Hele yukarıdaki
mantıkla, '
halkın doğrudan iktidar kullanma'
yeti ve imkânıyla birlikte ele alınırsa
hiç değildir.
Çarşamba günü yazmıştım, tekrar edeyim: anayasa değişikliğinin halk tarafından onaylanması halinde
Tanzimat'tan beri gelen
Anayasacılık (
Meşrutiyet) geleneğimiz yeni bir dönemeç alacak. Bu kesindir. Ve bu defa yaşanan öyle 1982 Anayasası'nın 'revizyonu' değildir.
Başlı başına bir değişikliktir.
***
Bu hal ne derecede önemli ve tarihsel ise bunun uzantısı da o derecede önemlidir. Yani,
yöneticinin iktidar kullanma yöntemi. Daha açık söyleyelim, halk tarafından doğrudan seçilmiş olmak en büyük
meşruiyet kaynağıdır ama bu meşruiyetin
iktidar paylaşımıyla somutlaştırılması gerekir.
Nasıl
2007 referandumundan buraya gelindiyse buradan da daha ileriye gidilecektir. Bu ilerlemenin
meşrutiyetten meşruiyete doğru olacağı aşikârdır. Hep öyle olmuştur. Buna da yeni bir kavram üreterek, iki kavramı birleştirerek '
meşruitiyet' diyorum.
Yeni dönemin sırrı her bakımdan bu sözcüktedir.