Bir süre önce Dünya Kadınlar Günü nedeniyle kutlamalar yapıldı. Olabildiğince izledim. Sonra hemen hemen hiç yapmadığım bir şeyi yapıp bir 'tweet' attım ve bazı tespitlerde bulundum. Bu köşede hiçbir şey yazmadım. Araya başka konular girince erteledim. Ama içimde kaldı. Daha uzun yazacaktım. Hiç değilse bir değinide bulunayım dedim.
Yapılan bütün değerlendirmelerde kadın sadece 'doğal hukuk'un içinden görülen, 'geleneksel' bir anlayışla ele alınan, değerlendirilen, o bağlamda elbette 'sevilen, sayılan' bir varlık olarak tanımlandı.
Hiç itirazım yok işin bu son kısmına. Ben de insan- ların, insanlar derken erkeklerin, patolojik konumda/ durumda olanlar dışında, kadınlara ayrı bir duygu taşıdığına 'a priori' inananlardanım. Neticede hepimizin annelerimizle aşamadığımız bir ilişkimiz var. Onun bedeninden oluyoruz, eline doğuyoruz, onun tarafından beslenip büyütülüyoruz. Ve bu elbette karmaşık, çetrefil, yoğun bir ilişkidir.
O mercekten bakınca kadına dönük ilgimizin, saygımızın düzeyi başkadır.
***
Ne var ki, bu kadarı '
kadın konusu'nu temellendirmeye yetmez.
İki nedeni var.
Birincisi, işte onu yazmıştım bahsettiğim 'tweet'te, kadın,
bedeni ve bilinciyle doğal/ kendiliğinden bir özelliğe sahip olsa da '
kadınlık durumu' zamanla oluşturulan, bilinçli ve bilinçsiz olarak geliştirilen bir özelliktir.
Bilinçsizdir çünkü
toplumsal kalıpların, davranışların, kabullerin meydana getirdiği, tarif ettiği bir kadınlık (anlayışı) vardır. Gelenekler, aile yapıları, okul ve diğer tüm sosyal kurumlar bu kadınlığı biçimlendirir.
Bilinçli yanı vardır; çünkü 1960'lardan, 70'lerden ve nihayet 1990'lardan bu yana devam eden
1'inci, 2'nci ve 3'üncü Dalga Feminist hareket 'kadınlık' normlarını irdelemiş, kadının bilinç ve beden olarak ne şekilde birey tarafından tayin edileceğini belirtmiştir.
***
Bu lafların özeti şu: dünyaya erkek veya kadın olarak belli bir
biyolojiyle gelmek o kadar önemli değil. Kadınlık ve erkeklik rollerini daha sonra
bilincimizle değerlendirmemiz ve onlara dayanarak kendimize o bağlamlarda çizdiğimiz kimliktir önemli olan.
Evet, kadınlık (aynı şekilde
erillik) bir
kimlik meselesidir. Bir kere bu var. Bu öyle kolaylıkla aşılacak bir konu değil. Çünkü meselenin
biyolojik/ doğal yanını neredeyse işlev dışı bırakıyor.
İkincisi, bununla ilişkili,
sosyal teori, şu bahsettiğim dönemde o
yeni kadını tanımladı. Veya
yarattı. Gene sosyal teori '
heteronormatif' toplumu, yani kurallarını erkeklerin koyduğu, erkeklerin belirlediği toplumu eleştirerek, onun içindeki '
rol modellerini' irdeleyerek, çözümleyerek tepeden tırnağa
yeni, farklı bir kadın oluşturdu. Bu farklılık gerektiğinde kadının biyolojik yapısını biçimlendirecek düzeydedir.
Butler'dan
Haraway'e kadar yazanlar, yazılanlar bu gerçeği saptamıştır. Bu kadının artık
doğal hukukla tanımlanmasına ve
geleneksel planda işlevlendirilmesine daha fazla imkân yok.
***
Bütün bunların bir düğüm noktası var:
yeni toplum!
Yeni toplum
yeni bir demokrasi, yeni bir
toplumsal bilinç, yeni bir
toplumsal sözleşme demek.
Kadın hareketi sadece kadınları değil tüm toplumu kalıplarından, zincirlerinden kurtaran bir
özgürlük hareketidir. Bir 'sevgisaygı hareketi' değildir.
Kısacası
kadın kadın değildir, bu yazı da Feminizm hakkında değildir.