Irkçılık, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme Avrupa'nın iliklerini emiyor. Avrupa Avrupa'ya ve kendi kurucu bilincine düşman.
Yakında bu gidiş başka ve çok daha acı olaylar doğuracak.
Peki neden böyle sorusunun bir bölümünü, bilhassa işin Müslümanlık ve İslam'la olan kısmını çarşamba günü açıklamaya çalıştım. Oryantalizm ve Sömürgecilik Avrupa'yı kıskıvrak yakalayan ırkçılık yengecinin iki koludur dedim.
Bugün de meselenin Berlin Duvarı sonrası bölümüne değineyim.
***
Berlin Duvarı'nın yıkılması yeni bir dünyaya açtı insanlığı. Bu dünya Avrupa'nın
Hümanizma anlayışı doğrultusunda, onun genişletilmesiyle kurulan bir dünyaydı. Artık farklı dinlerin, dillerin, ırkların, mezheplerin bir arada bulunmasına, ortak yaşamına sınır
tanınmayacaktı.
Modernizmin '
arındırıcı' ve '
homojenleştirici' anlayışı büsbütün aşılmış sayılıyordu. 1990'ların
kimlik ve hafıza, mekân ve beden politikalarıyla iç içe geçmesi,
tüm bu alanlarda yeni gelişmelerin sağlanması
bu kabullere dayanıyordu.
'
Olumlu küreselleşme' dediğim çerçevenin içini dolduran unsurlar bunlardı.
***
Bu yaklaşım evvela
etnik temele oturan bir
ulusçuluk veya
ırkçılık temeline dayalı bir
ulusçulukla aşıldı. Bilhassa
Doğu Avrupa ülkeleri federatif yapıları bırakıp,
etnisitelerin ve ırkların öne çıktığı her dönemde olduğu gibi '
izolasyonist' yani kendi içine kapalı küçük
ulus devletlerini kurmaya yönelince
küreselleşme ve yeni dönem hayallerinden uzaklaşıldı ve insanların ayakları bazı kirli sulara erdi.
Bu dalga sarmallar halinde gelişip ve ne yazık ki, Avrupa bilincini ezip, kırıp geçip
ırkçılık ve yabancı düşmanlığı halinde tüm kıtayı sardı.
***
Bütün bunlara bir de
AB'nin
eskimişliğini ve bütün bu olumsuz gelişmelerde
ön alamamasını ekleyelim. Beni en çok ilgilendiren
hususlardan biridir bu.
AB, bu sarsıcı yapının ortaya çıkmasında yeterince güçlü davranamadı. Bunun birinci nedeni AB'nin
klasik ulus devlet mantığı içinde ve
ulus devletler tarafından oluşturulmasıydı.
Ulus devlet sonrası modellerin gerektirdiği açılımları ve esneklikleri sergileyemedi.
İkincisi ve asıl önemlisi
AB bir sol, bir liberal sol projeydi. Bu sol,
Hümanizma, Aydınlanma ve
sosyal demokrasi üstünden
gelişen bir
evrenselciliği savunuyordu. AB'yi tamı tamına bu zihniyet önermiş ve kurmuştu.
***
1990'lardan başlayarak
özgürlükçü sol eriyince ve radikal
sağ yükselince AB
projesi, insanlar fark etse de etmese de, yavaş
yavaş
çözülmeye başladı.
Sonuç İngiltere'nin
Brexit'ine kadar uzandı. Brexit bir yana, bugün tüm bu olanlardan sonra AB'nin hâlâ
ayakta, hâlâ
geçerli, hâlâ
işlevsel bir kurum olduğunu söylemek olanaksız. Oysa
sol egemen bir dünyada bugünkü
ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, bugünkü
ötekileştirme ve dışlama politikalarının bu kertede hâkim olmayacağını belirtmek malumu ilamdan başka bir şey değil.
Tüm bu olumsuzlukları
popülizme bağlayan değerlendirmeler görüyorum.
Yanlış! Popülizm sağ politikaları canlandırmaz.
Sağ politikaların ayrılmaz bir yöntemi olarak popülizm belirir.
Dar zamanlardayız.
Popülist, radikal, ırkçı politikalar mevcut kurumları ve zihniyetleri
ezerek ilerliyor. Daha da ilerleyecek.
Herhalde AB marşı kabul edilen
9. Senfoni'nin kompozitörü
Beethoven hiç bu kadar utanmamıştı.