Bundan kırk yıl, otuz yıl önce tartıştığımız kültür konuları artık gündelik hayatımızda yer tutmuyor. Kültür tartışmaları yitip gitti. 1970'lerde, 1980'lerde, durum böyle değildi. Bütün bir toplum kültür konularıyla yatıp kalkardı.
Başlıca nedeni Tanzimat'tan beri devam eden, Cumhuriyetle yeni bir dönemeç almış kültür veya uygarlık/ medeniyet kriziydi. Belkemiğini Batılılık- Doğululuk zıtlaşması oluştururdu ve soyut bir kültür irdelemesi olarak kalmazdı.
O dünyada Osmanlı'nın toplumsal yapısı, feodaliteyle ilişkisi, neden (yarı) sömürge olduğu, sınıfsal ilişkileri gibi konuları gündelik meseleler olarak ele alınırdı. Kemal Tahir, Cemil Meriç, Attila İlhan gibi yazarlar bu tartışmalarda başı çekerlerdi. Sencer Divitçioğlu, İdris Küçükömer gibi iktisatçılar, hatta Ömer Lütfi Barkan, Mustafa Akdağ, Stefanos Yerasimos gibi tarihçiler yazdıklarıyla adeta ezberlenen isimlerdi.
***
Doğrudan
kültür konuları başka bir sorgulama alanı oluştururdu. Örneğin
Tanzimat'tan beri cevap aradığımız
Doğu- Batı zıtlaşmasını
Attila İlhan bir '
sentez'e dönüştürmeye çalışıyordu. Attila İlhan, '
ulusal bireşim' adını verdiği bir anlayışla eski edebiyatın ve kültürün nasıl
yeniden üretileceğini düşüncesinin temeli haline getirmişti. '
Türk ve Müslüman' bir kültürü kendisine eksen almış
Attila İlhan tıpkı
Ziya Gökalp gibi onu '
Batılı kalıpların' içine nasıl oturtabileceğini düşünüyordu. Ve Attila İlhan kendisini
Marksist (!) ve
Kemalist kabul ediyordu. Marks'tan
toplumsallığı Kemalizmden yerliliği almıştı. Böylece ona göre ortaya '
ulusal' sentez çıkıyordu:
ulusal!
***
Bugün
Osmanlı'nın yeniden keşfedildiği, anlatıldığı, yeniden tanımlandığı bir dönemdeyiz. Ama böyle bir tartışmayı görmüyoruz. Neden?
İki nedeni olduğu kanısındayım.
Birincisi, Batılılaşmayla ilişkili
kompleksimizi aştık. Bu 1980'lerden gelen bir
damar. O yıllarda
kendimiz olarak Batılı olabileceğimizi şaşarak gördük. Çünkü
küreselleşme başlamıştı ve bu yeni düzen
yerelliği ayrıca önemsiyordu.
Ulus ötesi ve sivil bir 'yerlilik' dönemin ana unsuruydu. Bu gerçek bizi kendimize yöneltti. O zaman
Doğu-Batı zıtlaşmasını aştık.
Medeniyet bunalımımızı giderdik.
İkincisi
aydınlar artık toplumun gündeminde değil.
Öncü, hiç değil. Aydın toplumdaki tartışma planından kayboldu. Bu, 'yerli' gibi görünen aydınların da yitip gitmesi anlamına gelir. Bugün
Attila İlhan okunmuyor,
Kemal Tahir sadece
Osmanlıcılık bağlamında ele alınıyor. Geriye
Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemil Meriç ve Oğuz Atay kaldı. Onlar da
medeniyet bunalımı bağlamında değil, işledikleri
varoluşsal bunalım bakımından okunuyorlar. Evet,
Tanpınar öyle görünmese de bal gibi Varoluşçu bir bunalımın yazarıdır.
Cemil Meriç o bunalımı kendi etinde kemiğinde duymuştur.
Oğuz Atay, keza.
Böylece kültür tartışmalarını dışlamış bir topluma dönüştük. Sadece
kitle ve eğlence kültürü ile onun ürettiği
sosyal pornografiyle yaşıyoruz.
Reva mıdır?