Yeterince şaşırtıcı değil mi?
Sol partilerin tabanında olması 'gerektiği' varsayılan kitleler sağ/ muhafazakâr partilerin tabanına kayıyor.
Sol partiler elitlerin, varsılların, beyaz yakalı, kentli kitlelerin partisine dönüşüyor. Liberal sağ partiler eriyor. Radikal sağ yükseliyor.
Hepsinden önemlisi, hazini, vahimi demokrasi artık kitleler için bir şey ifade etmiyor.
Popülizm yükselişte...
Bütün bunların altında yatan neden nedir diye düşünüyoruz.
***
Biri
pratik, diğeri
kuramsal iki neden öne süreyim.
Pratik neden
2008 krizidir.
1979'da başlayan
neo-liberal, Yeni Sağ politikalar
2008'de büyük krizini yaşadı. Sınırsız büyüklükte bir kitle, dünyanın her yerinde o krizden etkilendi.
Krizin büyüklüğü kestirilemedi. Yahut bilinmek istenmedi. Neticede,
AB de ABD de bu krizden etkilenerek çöktü.
Tıpkı
1930'lardaki büyük
yönetim ve ekonomi krizlerinin sağ radikal partileri
doğurması gibi bu kriz de şu bahsettiğim
Radikal Sağı meydana getirdi, güçlendirdi.
Soldan beklenen tepki
radikal sağa kaydı.
Trump, Fillon, May budur.
***
Şimdi gelelim sol erimenin kuramsal yanına.
Her şeyden önce şu sözü edilen '
gerçek sonrası' (
post-truth) dönemi bir boş
laf değil. Ona bağlı olarak ortaya çıkan başka
kavramlar da var, hepsi birbirine bağlı. Buna
yıllar önce
post-entellektüel dönem demiştim.
(O adla bir de kitap yazmıştım:
Post Entellektüel Dönem ve Edebiyat.)
Bugün çok daha somut o oluşum.
Popülizmin radikal sağla birleştiği her dönemde bu
anti-entellektüel yaklaşım kendisini gösterir.
Trump bu gerçeği sonuna kadar kullanıyor, bütün demagojisiyle birlikte.
Oysa sol,
gerçeğin hem
evrensel olduğuna hem de kendisinde
toplandığına inanıyordu.
Sol,
elitist hatta
buyurgan bir model içinde kendisini temellendiriyordu.
Lenin tarafından geliştirilen
sol parti modeli bu anlayışa dayanıyordu. Onun tabiriyle
partinin '
demokratik merkez'i karar alacak
(gerçeği belirleyecek), parti de bunu
tepeden aşağıya indirecek,
toplumsallaştıracaktı.
Bugünün dünyası bu kadar
şematik ve böyle örgütlü bir yapıyı
kabul etmiyor,
kaldırmıyor. Çok daha
yatay ve doğrudan örgütlenme modelleri geçerli artık. Bu
sol partileri dağıtan en önemli unsur.
***
Bir başka etken kitlelerin ekonomik dönüşümü. İnsanlar, Amerikalı iktisatçı
Galbraith'in,
Bolluk Ülkesi kitabını yazdığından bu yana kendilerini
emekleri ve dolaysıyla
emek temelindeki kimlikleri yani
işçilikleri ile tanımlamıyor. Bugün kimlik kavramı çok daha başka sularda demirlemiş halde.
Üçüncüsü, dünya,
neo-liberal ekonominin getirdiği (ve ne yazık ki,
Locke'cu bir liberal anlayışın çok çok ötesinde, hatta zıttı)
yeni ve yozlaşmış bir
ahlak anlayışıyla,
talebin ve hırsın sınırsızca öne çıktığı bir dönemde bulunuyor.
Neo-liberalizmin törpülediği
ahlak bugün '
siyasal doğruluk' kavramını eritti. Eritince de siyasal plandaki birçok
kontrol mekanizması ortadan kalktı.
Yani son kale düştü denebilir.
Buna
haz kültürünü, hedonizmi ekleyince sol partiler
elitlerin partisi oldu ama geçenlerde
Current Affairs dergisinde okuduğum bir makalede söylendiği gibi bu sol artık '
limuzin solu.'
AB ülkelerinde ve
ABD'de öne çıkan bu yeni ve
Radikal Sağ bu zemine oturuyor, sol bu nedenle artık sol değil.
Bu dünyada maalesef sol ve demokrasi artık çok küçük bir kesimin derdidir ve o sol da Marks'ın tanımladığı sol zemini artık yitirmiştir.
Şimdi
yeni bir sola ihtiyaç var ve o zaman şu soru ortaya geliyor:
artık hiç sol olmayacak mı, bu iş tamamen bitti mi?
Cevabı biliyorum ama vermem...