Belki ilk kez duyanlar şaşıracaktır ama kendimi yakın çevremde de başka yerlerde de 'anadili Türkçe, Batılı eğitim görmüş, Osmanlı' diye tanımladığımı beni bilenler bilir.
***
Türklüğü bir kültür olarak elbette sonuna kadar benimsiyorum.
Ama
ideolojik bir tutum ve tutkuyla
ona sarılmadım hiçbir
zaman. Yabancı dille eğitim
yapan okullara gittim.
Diller öğrendim. O dillerin edebiyatlarıyla koyun koyuna yaşadım. Gençliğimde iyice saçmalıyor ve
Fransız edebiyatını yüz bin kişilik statta halkın önünde benimle tartışacak birini arıyorum diyordum. Söyledim ya saçmalık, ama öyle...
Buna mukabil ilk gençliğimden başlayarak
Osmanlının ihtişamlı kültürünü de bir o kadar benimsedim. Gene gençliğimde
Osmanlı müziği ve edebiyatına kendimi o kadar kaptırmıştım ki,
Divan Edebiyatı şiirleri, şarkı sözleri olarak bin mısra ezberleyeceğim diye tutturmuştum.
Bazıları silindi gitti hafızamdan ama geriye kalan gene de beni idare eder.
Osmanlı müziğini ise etrafımda yalnızlaşmak pahasına en mutantan, ağır, sanatlı parçalarıyla sevdim. Onlar olmadan yapamam.
Müslümanlık bütün Türkiye'de
üst kimliktir. Hele kültürel planda Müslüman
olmayan yoktur. Ben de o kültürü içimde,
kendimde, varlığımda duyuyorum.
Öte yandan yarısı İstanbullu ailemden bu kentin büyük
İmparatorluk birikimini oluşturan
gayrimüslim kültürünü sonuna kadar sevmeyi, benimsemeyi öğrendim. Bugün de
Musevileri, Ermenileri, Rumları büyük kültürleriyle kendimden, kendimi onlardan sayarım.
İstanbul kültürü kısmı azamıyla onların eliyle gelişmiş, serpilmiştir.
Osmanlılar, Türk, Anadolu, Selçuklu birikimi ve hepsinin üstüne gerilen büyük
Müslüman kültürüyle bu dokuyu bir
senteze ulaştırmıştır.
Yani Batı bu kültürün bir parçasıdır.
Kısacası,
Batı tüm bu kültürel birikim için önemlidir. Çünkü niteliğini iki satırla vermeye çalıştığım
büyük Osmanlı aslında bir
Balkan, Doğu Avrupa devletidir.
17. yüzyıla kadar ve 18. yüzyılda yaşanan bir çöküntü parantezinden sonra
19. yüzyılda bile onunla at başı gidecek kadar
Batıyla iç içe olduğunu biliyorum
Osmanlının. Yıkıldığı günlerde bile '
düvel-i muazzama'nın parçasıydı, o da Batı demekti.
***
Fakat bu tarih ve bu kişisel tarih bana Batının
kolonyal tarihini unutturmuyor.
Batının önce
Osmanlı sonra
Türkiye'yle olan sorunlu ilişkilerini ve tarihini silmiyor.
Tersine onları daha yakından, içinden, derinlemesine görmeme imkân veriyor.
Hatta elli yıldır Avrupa'nın kapısında neden bekletildiğimizi daha iyi anlamanın ipuçları da bu tarihte yer alıyor. Hele son dönemde Avrupa'nın bir
hayali korkular toplumu olması,
İslamofobi ile kendisini mefluç etmesi,
göçmenler konusunda sürdürdüğü politika,
aşırı sağa hızla kayması '
Hangi Batı' konusunu bir daha ve çok sert biçimde gündeme getiriyor.
***
Ama bu
Avrupa bütün eksiğine ve şu belirttiğim kısıtlamalarına rağmen hâlâ
hukukla, insan haklarıyla, bireylikle, yurttaşlıkla, liberal demokrasiyle, sosyal demokrasiyle belli bir çıpa. Öyle 'Avrupa olmazsa biz de olmayız' diyenlerden
olmadığımı bir daha mı söylemeliyim; hayır, yapmayacağım ama bu durum
Avrupa değerleri dediğimiz bütünün dikkat gerektirdiğine işaret etmemi engellemiyor.
Türkiye,
AB ile
Rönesans'ın, hümanizmanın, hoşgörünün, sosyal demokrasinin Avrupa'sını birbirinden ayırmalı.
Birisi en katısından
politikadır. Öteki bir
felsefedir.
Bütün sır bu ayrımda gizlidir.