Durum bana da sanırım Türkiye'de yaşayan herkese de hayli irkiltici geliyor. Ülke siyaseten ikiye ayrılmış durumda. Hatlar Akparti ve karşıtları olarak belirleniyor. Akparti yekpare bir yapı. % 50 oy aldı ve toplumun yarısını temsil ediyor. Buna karşılık ve doğal olarak diğer % 50 birkaç parçadan müteşekkil. Ama bu çatışmanın dozunu azaltmıyor.
Çatışma dediğimiz şey nedir?
Bu soru ciddi bir teşrihi gerektiriyor. Çeşitli görüşler var. O görüşler çeşitli kavramlar etrafında öneriliyor. Mevcut zıtlaşmayı yorumlayan bir grup karşı tarafı neo-kolonyal (yeni sömürgeci) bir tutum takınmakla suçluyor. Suçlananlar kentli, yüksek gelirli, Batı yanlısı kanat. Diğer taraf ise karşısındakileri taşralılıkla, hatta Orta Çağlı olmakla 'suçluyor'. Akpartililer işaret ediliyor.
Dikkatle gözlemlemeye çalışıyorum ve bir nokta hayli dikkatimi çekiyor. Bu değerlendirmeyi yapan taraf eskiden olduğu gibi Akpartilileri artık 'şeriat yanlısı' olmakla, 'Türkiye'yi İran'a dönüştürmekle' yaftalamıyor. Müslümanlık ve onun göstergeleri arasında sayılan başörtüsü örneğin bu tartışmalarda artık yer almıyor.
***
O zaman bu tartışmanın, bir kere daha,
kentli-taşralı aksında ve
Batılılıkla bütünleşmiş bir laiklikle halk İslamı kutuplarında cereyan ettiğini söyleyebilir miyiz?
Muhtemelen öyle. Çünkü, anladığım kadarıyla İstanbul'da '
beyaz' bölgelerde cereyan eden bu kavga
taşrada bu şiddette
hissedilmiyor. Hatta belki hiç hissedilmiyor. Taşranın kendisine özgü
kabullenme anlayışı tarafları
politik olarak ayrıştırıyor ama
kültürel olarak gene de bir arada tutuyor. Halbuki İstanbul'da
mahallelerin keskin çizgilerle ayrıştığından,
apartmanların bölündüğünden söz açmak mümkün.
Demektir ki, tartışma bir '
hayat tarzı' tartışmasıdır. Bir taraf kendisinin yok sayıldığından, hayat tarzının dikkate alınmadığından,
kültürel değerlerinin tahribata uğradığından yakınıyor.
Ortada iki taraf bakımından da böyle bir '
algının' dolaştığından kuşku duymuyorsak, '
doğrudur' demekten başka çare yok. Öyle sanan insan öyle sanmaktadır. Onu ayrıca tevile gerek yok.
***
O zaman geriye başka bir dinamik kalıyor:
Uzlaşmak. Bunun ne kertede zor olduğu açık. Çeşitli konuşmalarda
muhafazakar çevre yaşadığı
gönül kırgınlığıyla, gördüğü ve işittiği
tahkirle artık
uzlaşmayacağını söylüyor. Öbür taraf da beriki tarafın nesiyle uzlaşacağını soruyor.
Bu, itiraf edelim, ilk defa karşılaştığımız bir tutum. Ama ciddi bir sorun. Çünkü kırığı, fay hattını diri ve kımıltıda tutuyor.
Geriye o zaman başka bir ortak payda kalıyor:
Demokrasi. Daha önce de belirttiğim gibi,
demokratik süreç, demokratik yapı evrensel ölçülerde işletilirse bu sorun aşılabilir. Kolay olmayacak. Ama demokrasi çalışır,
tarafların içe kapanması ortadan kaldırılır, iki tarafa da
söz hakkı verilir,
ifade sınırları genişletilirse ve bu yaklaşım bir
norm haline getirilirse söz konusu sorun çözülebilir.
Bu dinamiği hazırlayan
büyük toplumsal dönüşümün farkındayız. Bu aynı zamanda bir
yeni sermaye hareketidir,
yeni kentleşme hareketidir,
yeni nesil hareketidir. İki taraf açısından da. Bunları daha önce yaşayan toplumlar oldu. Ama onlar da bu süreçleri demokrasilerini geliştirerek aştılar. Şimdi sıra bizde.
Yoksa, yandı gülüm keten helva...