Fetih meselesi Türkiye'de başlı başına bir olgudur. Özellikle de muhafazakâr-milliyetçi kesim açısından Fetih aşılamayacak bir semboldür. O kesimler bilinçlerini, benliklerini bu Fetih dönemecinde oluşturmuşlardır. Meselenin bu şekilde biçimlenmesinde Yahya Kemal'in esas rolü oynadığı kesindir. Kendi tarih/coğrafya ve kimlik anlayışını o da Fetih bağlamında inşa ediyordu. Ama ilk defa 1910'da İttihatçıların kimlik kurma döneminde başlayan bu kutlamalar ve o tarihten itibaren dalga dalga gelişen bu hadise sonunda farklı nesillerin antolojiler dolusu şiir yazmasına yol açmıştır. Yalçın Küçük bile Fatih hakkında bir kitap yazmaktan kendini alıkoyamadı.
Sonradan Müslüman muhafazakârlar Fetih'i daha fazla sahiplendiler. Erbakan Hoca bu konuyu ayrıca önemsedi. Her yıl yapılan gösterileri anımsıyorum. Karadan gemilerin çekilmesi, mehter takımlarının yürüyüşü bir 'iman tazeleme' gibiydi.
***
İstanbul'un alınmasının, Osmanlılara düşüşü çok büyük bir olaydır. Bugün bir klasik sayılan
Steven Runciman'ın kitabı olayı enine boyuna anlatır. (Son olarak
Roger Cowley'in çok daha popüler ama zevkli kitabını okudum. Öneririm.)
Constantinople düşmüş ve dünya değişmiştir.
Bu bir hayal değildi, bir gecede de oluşmamıştı. Zamana bağlı bir gelişmeydi. Osmanlıların hayal bile edilemeyecek şekilde gerçekleştirdiği asıl iş bence
Rumeli fütuhatıdır. Onun ardından içe doğru dışa doğru büyüyen halkalar şeklinde olay gelişmiş ve neticede
Doğu Roma indirilmiştir. Öylece de
Müslüman- Hıristiyan savaşı yeni bir şekil almıştır.
Fetih, büyük marifetidir
Fatih'in. Fetih sırasında çektiği zorluklar, yapılan hatalar zaferinin büyüklüğünü gölgelemez. İstanbul'u öncelikle büyük iradesiyle fethetmiştir. Gemileri karadan yürüterek
Haliç'e sokması bile başlı başına bir
deha ve şahsiyet göstergesidir. Ama işi kotaran sadece irade değildir. Fatih
çağının bütün bilgisiyle donanmış, aile bağları son derecede ilginç, kendi düşünce dünyası zengin bir Han'dı. Ayrıca neden başka bir yeri değil de, İstanbul'u Osmanlı'nın payitahtı yapmak istedi? Onu istemesi bile neyin peşinde olduğunu gösterir.
***
Bütün bunları bilmek gerekir. Ama bana göre bir o kadar, hatta ondan da fazla önemli olan husus
Fatih'in
Fetih sonrasında yaptıklarıdır.
Sultan Mehemmed Han bir
Rönesans insanıydı. Dünyada yaşananların farkındaydı. Fetih sonrasında kendisini
Kayser-i Rum diye adlandırması bir yana, o zaten öyleydi, yeni başkenti
Yahudi, Rum ve Ermeni dini cemaatlerinin mevcudiyetini kabul ederek kurması, bilhassa
Yahudi iskânları onun
zihniyet ve tasavvur dünyasının boyutlarını gösterir. Balkanlar'da
Franseskanlara verdiği haklar da bir başka göstergedir.
Kendi döneminin önemli bir
şairiydi. Ama ondan öte, müthiş okuyan bir insandı. Rönesans'ın
Hümanizma dolayısıyla başlayan
tercüme anlayışından etkilenmişti denebilir mi, bilmiyorum fakat yanındaki kâtiplerin yabancı dillerden ona çeviriler yaptığı aşikârdır. Kitaplar seçiyor ve çevirtiyordu. Kendisi de diller biliyor, özellikle Batı'yı
bütün antikitesi ile birlikte izliyor ve kavrıyordu.
İlyada'yı okuyuşu,
Hektor'u merak edişi,
Truva'yı gezişi, kökenlerini çok iyi bildiğim söylentilerle iç içe geçmiş bir yarı hakikattir ama Fatih'in evrenselliğini vurgular.
Bellini'yi davet etmesi,
portresini yaptırması bütün bunların tacı olan bir harekettir, o da Fatih'in başını taçlarla donatmıştır. (Ama
Nakkaş Sinan Bey'in yaptığı portre de mucizevi bir güzelliktedir.) Kısacası bir büyük
kültür insanıydı, bir
dünya lideriydi Fatih ve tıpkı hayranı olduğu
Büyük İskender gibi Batı'yı anlama, sahiplenme bir
Batı-Doğu bireşimi kurma çabasındaydı.
Zaten, söyleyeyim, kültüre dayanmayan büyük ve kalıcı bir askeri zafer yok yeryüzünde.