Yılbaşı sabahı erkenden kalktım. Önceki gece bir dostumun evinde girmiştim yeni yıla. Gene de erkenden uyandım. Kısa süre sonra evden çıktım. Her zaman gittiğim kahveye gidip oturmak, çalışmak istedim. Sokaklar bomboştu, in cin top oynuyordu. Hava hayli sertti. Gökyüzü kapalıydı. Kar durmuştu. Fakat yağmur atıştırıyordu. Rüzgâr estiğinde deli gibi esiyordu. Deniz, poyraza kesmişti, camgöbeği, tirşe ve yeşildi.
Kahvaltı yaptıktan ve biraz çalıştıktan sonra kahvenin soğuğunu hissedip kalktım. Arabaya bindim. Anadolu yakasında yol almaya başladım. Boğazın sonuna kadar gidip, denizi izlemek istiyordum. Beykoz'u geçtim. Epey ilerledim. Önüme Yoros Kalesi levhası çıktı. Sevindim. Saptım. Yer yer çok kötüleşmiş yoldan ilerleyip tepeye çıktım. Canım fırtına denizine oradan bakmak istiyordum.
***
Artık
Anadolu Kavağı'na gelmiştim. Birden ötede, denizin iki kıyısında yükselen kuleleri gördüm.
3. Boğaz Köprüsü'nün ayaklarıydı bunlar. Uzaktan, eski bir su mühendisini bile heyecanlandıracak kadar güzel görünüyorlardı. Boş bulduğum, denize uzanan bir dile girdim. Bir araba daha vardı. İçinde bir genç kadın ve erkek şarap içerek yeni yılı kutluyorlardı. Hoşuma gitti. Orada dehşetli, insanın etini yakan bir rüzgârın ortasında durup kulelere/ ayaklara baktım.
Sonra kaleye tırmandım. Oradan da görünüyordu ayaklar. Aklımdan, hayalimden
1970'li yıllardan bu yana Türkiye ve yaşadığımız tartışmalar geçti. Birinci ve İkinci köprüler yapılırken ortaya atılan iddiaları anımsadım. Arada pek fazla bir fark yoktu. Bir taraf yapılmasını istiyordu, diğer taraf yapılmamasını. Aradaki bir grup da karşı çıkmamakla birlikte, yapılanların, bir 'matematiğe' dayanıp dayanmadığını soruyordu.
Aklıma
Demirel'in sözleri geldi.
27 Mayıs olmuş, Demirel,
Su İşleri Genel Müdürlüğü'nden ayrılmış. Askerler yapılan işlerden ötürü kendisini sorguya çekiyorlar. O komisyonda görevli birisinden de aynı öyküyü dinlemiştim. Demirel komisyona giriyor ve söylediklerinin zapta geçmesini istiyor. Birkaç soru sorup salacaklarken, Demirel, saatler süren cevaplar veriyor.
1955-60 arasında yapılanları anlatıyor. Heyeti suçluyor. Sonradan 'adamların aklı ermiyor, niye yaptın diye soruyorlar, niye yaptın diye.
Yapmayan değil de yapan suçlu oluyor' demişti.
***
Eminim bazı hatalar da olmuştur. Mesela
GAP için o dönemde bu kadar para harcanması gerekir miydi, her şey tam bir 'fizibilite' içinde miydi, Türkiye o kadar kaynak bulmak ve oraya harcamak zorunda mıydı, her şey projesine uygun oldu mu, barajlardan istenen verim sağlandı mı? Artık bu konuların ayrıntısına vakıf değilim. Ama daima Demirel gibi düşündüm, onların yapılmasını istedim. Şimdi
3. Köprü'nün yapılmasını da istiyorum. Biliyorum, ona bağlı 'sıkıntılar' doğacaktır ama yapmak, yapmamaktan her zaman daha iyidir. Dikkatli ve kusursuz yapmak ise en iyisidir. Ama yapılanlarla övünmesini bilmek erdemdir. Onları hep birlikte yaptık.
Türkiye, son zamanlarda
yapılanların üstünden değil,
yapılmayanların üstünden değerlendirilen bir ülke oldu. Asıl yanlış bu. Yapılanlarla değil yapılmayanlarla şan kazanan insanlar toplumundayız. Bunu açıklayacak sayısız örnek verilebilir dilimizden. '
Testiyi getiren de bir kıran da' deyimi başka bir lisanda var mı, bilmiyorum. Oysa kitlesel olarak dönüşen bir toplumun içindeyiz. Bu dönüşüm gerçekten büyük ölçekli ve hayli dallı budaklı. Hepsini kavramakta güçlük çekiyoruz. Öyle olunca da ideolojik tepkilerimiz 'matematik' değerlendirmelerimizin önüne geçiyor, izleri birbirine karıştırıyoruz. Oysa çok daha net düşünebilmeliyiz ve elbette iktidar da yaptıklarını net biçimde anlatmalı, saydamlaşmalı.
Kuleleri izledim, yokuşu indim, çevre yoluna çıkıp eve döndüm. Deniz hâlâ yeşil, rüzgâr hâlâ sert, hava hâlâ kapalıydı ama ben daha memnundum.