Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

İ'nin noktası nerede ise...

Dille ilgili tartışma açmanın iki yönü yahut iki yolu var. İlkini Kemalist rejim denedi. Katı ideolojilerde olduğu üzere dile de müdahale etti. Bu doğal hatta kaçınılmazdı. Kemalizm milliyetçi burjuva devrimiydi ve maksadı uluslaşma idi. Tersinden söylerseniz de doğrudur: yani, uluslaşma oluşumları ve onun uzun tarihsel hazırlığı Kemalizmi doğurmuştu. Selanik'te Genç Kalemler dergisiyle başlayan dilde Türkleşmek ve Türkçeleşmek akımına Selanikli Mustafa Kemal mi kayıtsız kalacaktı? İttihat Terakki'nin Ziya Gökalp eliyle getirdiği aynı yöndeki girişimlere, zıtlaşsa bile onun çocuğu Gazi mi göz ve kulak kapayacaktı?
O 'çıkışları', başlangıçları 30'ların katı, ırkçılığa varan anlayışıyla bütünleştirdi ve Öz Türkçe meselesini çıkardı. Ama her şeye rağmen buradaki yöntem kültürel değişiklikler üstünden politik değişikliklere gitmekti.
Bu yöntem kendisine ait sınıfla ama daha çok da iktidar odaklarıyla bütünleşti. Yani bürokrasiyle. Yıllardır bu konularda yazarım. TDK'nın bürokratik/ ideolojik bir kurum olduğunu söylerim. Edebiyata ve edebiyatçılara dil önerdi, onların dilini süzgeçten geçirdi; başardı. İktidarın diğer bürokratik ve ideolojik kurumlarıyla yargıyla, TRT'yle birlikte yeni bir dili oluşturdu.
Ama bu dilin daha fazla sınıfsal bir bilincin uzantısı olduğunu söylemek kabil değil. Bunu sadece Köy Enstitüsü yazarları dile getirdi. Yeni Türkçenin halkın dili olduğunu söylediler. Doğrudur. Halk hiçbir zaman Sarayın diliyle konuşmadı. Ama halkın dilini kullanmanın ve onu üstünlük olarak öne çıkarmanın hem gecikmiş bir 19. yüzyıl uluslaşma modeli olduğunu hem de, daha beteri, dönemin bürokratik iktidarıyla özdeşleşmek olduğunu düşünmediler. Çünkü edebiyat dilinin halkın diliyle kurulmadığını, edebiyatın halktan fazla ve yukarda bir 'şey' olduğunu bilmiyorlardı. Dante'nin veya Luther'in yaptığı başka bir şeydi. Onu ayırt edecek kültürleri yoktu. İkincisini şimdi iktidar deniyor. O da oluşmuş yeni bir burjuvazinin gerçeğini dile ve kültüre taşıyor. Yani kültürden politikaya giderken önceki dönemler, şimdi politikadan kültüre giden yeni bir yol açılıyor.
Bu iktidar muhafazakâr... İlk defa gerçek anlamına yaklaşmak üzere muhafazakârlaşan bir iktidar görüyor Türkiye. Daha önceki dönemlerin ılımlı ve 'değerlerin muhafazasına' dayanan, çoğu zaman da kendini 'sol' diye ifade eden çevrelerin önerdiği muhafazakârlık anlayışı şimdi sınıfsal kökeni, temeli olan bir muhafazakârlıkla bütünleşiyor. Bu, Anadolu sermayesi yani Anadolu'nun burjuvalaşması veya Anadolu burjuvalarının biçimlendirdiği bir muhafazakârlıktır.
Tartıştığımız meselenin belkemiğini bu gerçek meydana getiriyor. Dolayısıyla Eski Türkiye-Yeni Türkiye ilişkisini de bu sularda, bu zeminde aramak gerekir. Doğrudur, bir dönemin Batı kökenli, Aydınlanmacı anlayışı şimdi yerini başka bir anlayışa bırakıyor. O nedenle 30'lu yılların evrildiği 40'lı yıllar okullarda Latincenin ve antik Yunancanın öğretilmesini öneriyordu. 2010'lu yıllar da okullarda eski yazının ve Osmanlıcanın öğretilmesini öneriyor. Bu, entelektüel ve ideolojik bakımdan beğeniriz veya beğenmeyiz, kabul ederiz veya etmeyiz, başlı başına bir tarihsel değişimdir.
O kadar böyledir ki, zamanında Osmanlıca ve eski yazı konusunda söz söylemiş ve yazmış olanlar bile şimdi kendini konumlandırmada güçlük çekiyor, bu tartışma içinde. Daha önceleri her şey aynı kalacak, içine neredeyse bir kültürel fantezi olarak Osmanlıca yerleştirilecek sanılıyordu. Şimdi ise Osmanlıca köktenci bir değişikliğin esası olarak öneriliyor, diğer unsurlar bu gerçeğin mihverinde yer alacak.
Hatırlatayım, i'nin noktası Latin alfabesinde üstte, eski yazıda alttadır!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA