Ne yapalım, Türkiye böyle bir ülke, sürekli aynı şeyleri, neredeyse aynı sözcük ve iddialarla tartışıyoruz. Aradan yıllar geçiyor, çağlar geçiyor, sonra herkes dönüyor, bir daha aynı tartışmanın içine gömülüyor. Hani Fransızların 'ne kadar değişse o kadar aynı' diye bir sözü vardır, sanki Türkiye için söylenmiş.
Şimdi, baraj ve Anayasa Mahkemesi (AYM) konusunda öne sürülen görüşlere bakınca, yıllar önceki tartışmalar geldi aklıma. Kim bilir kaç 'olayda' (evet, Türkiye'de her şey bir 'olay' şiddetinde ve heyecanında cereyan eder) milli irade-AYM'nin konumu tartışmasını yaptık. Döndük dolaştık gene aynı noktaya geldik. O zaman gelin i'lerin noktalarını koyalım, taşları yerine oturtalım.
Kesin olan bir gerçek var: demokrasi milli iradedir. Fakat tek başına milli irade çoğunluk tiranlığına açılabilecek tehlikeli bir kavrama dönüşebilir. Onu bu çıkmazdan kurtaracak olan şey hukuktur, hukukun üstünlüğüdür. Hiçbir demokratik karar ve milli iradenin tecelligâhı olan hiçbir Meclis kararı hukuk dışı olamaz. Hukuk, o manada da AYM'ler milli irade ve parlamentoyla çatışmak zorunda değildir. Parlamento kararının üstünde bir karar dikte etmek hakkına da sahip değildir AYM'ler. Fakat bir kararı hukuk açısından irdeleyebilir ve görüş beyan edebilir. (AYM'lere daha fazla meşruiyet sağlamanın en sağlam yollarından biri, üyelerinin Meclis tarafından seçilmesidir.)
Baraj konusunda daha uzak ve farklı bir yerde değiliz. Demokrasilerin maksadı siyasal katılımı ve siyasal temsili daraltmak değildir. Olamaz da. Yönetimde istikrar elbette şarttır, önceldir ama bu siyasal temsili baltalayacak bir husus haline gelmemeli. AİHM, bu konuda bir genel ilkeyi ortaya koydu. Parlamentodan geçmiş bir kararı makul bir hukuk kurumu olarak elbette 'hak ihlali değil' diye tanımladı. Ama aşırı olduğunu söyledi. Bu kadar!
Şimdi AYM bu konuyu ele alacak. Hemen kendi görüşümü belirteyim. % 10 barajı yüksektir. Bunu hükümet de kabul edegeldi, son 12 yıl boyunca. (2002 Meclisi bu bakımdan sorunluydu; sandalye sayıları oy oranlarıyla orantılı değildi.) Bu, AİHM kararıyla da Avrupa ülkeleri ölçeğinde kesinleştirilmiş bir tanıdır. Bununla birlikte baraj somut bir hak ihlali teşkil etmez. Elbette keşke her bir tek oy dahi Meclis'te temsil edilse. Fakat seçim sistemleri içinde en adaletlisi sayılan d'Hondt sistemi bile buna imkân vermez, kendi içinde barajlar oluşturur. Yani, her sistem belli bir oy miktarının mümessilsiz kalmasına yol açacaktır. Bu işin teknik yanı.
Gelelim hak ihlali kararının çıkması durumunda yapılacaklara.
O kararla birlikte ortaya bir kaos gelecektir. 'Hak ihlali var' denmişken yapılacak seçim tartışılacak. Bütün bu 'kurulumu' apolitik görmek, değerlendirmek olanaksız. Ortada politik bir dürtü bulunuyor. Bu muhakkak. Çünkü 'hak ihlali' gibi bir kavram sübjektiftir. Bu oran ne kadar aşağıya çekilirse, hangi gerekçelerle hak ihlali yoktur denecek? Bazı şartlar üretilebilir kuşkusuz ama işin içinde bir sorun olduğu görülüyor.
O zaman yapılması gereken şey Meclis'in bu soruna el koymasıdır. Meclis'in toplanıp barajı 'makul' kılacak ve demokratik temsil hakkını daha çoğaltacak bir karar üretmesi gerekir. Bu kendi iradesini yargı bürokrasisinin 'dikteleri' üstüne çıkarması anlamına gelir. Aynı zamanda Kürt oylarının daha geniş ölçüde temsilini sağlayarak o sorunun çözümüne de katkıda bulunur.
Niçin olmasın?...