Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Her derdin devası basit öneri

Akıl vermek kolaydır. Öyle yapayım.
Bir akıl vereyim. Ama vereceğim aklın uygulanması da kolay. Üstelik, hep yazıyorum, ben, belki eski mühendislik günlerimden kalma bir alışkanlıktır, zor problemlerin basitleştirilerek çözüleceğine inanıyorum.
Uzatmadan belirteyim: bugün Türkiye'de yaşanan büyük sorunu (bu satırların yazıldığı sırada ölü sayısı 40'ı bulmuştu) Kobani'ye bağlamak büyük hatadır. Cuma günü de belirttiğim gibi, sokaklarda, meydanlarda cereyan eden bu kadar can sıkıcı olay Türkiye Kürtlerinin gövde gösterisidir, güç gösterisidir.
Ortada bir "vesile" (haydi, "bahane" demeyeyim) var. Kobani vesilenin adı. Kürtler, bırakın İŞİD'le PKK'yı aynı gören/ gösteren yaklaşımın talihsizliğini bir yana, hiç öyle bir açıklama olmasaydı da bu konuyu vesile edip ayaklanacaklardı. Bu benim fikrim değil. Dünkü Milliyet'te Hasip Kaplan her zaman yapıldığı gibi gayet incelikli bir üslupla belirtiyor bu "gerçeği." Şu sözler onun: "Yani Selahattin Bey o çağrıyı yapmasaydı dahi o patlama noktasına gelinmişti.
Bir kıvılcım arıyordu...
"
Sonra devam ediyor. Olayları "nesnelleştirmeye" çalışıyor. Eyleme katılanların "fırtına gençlik" olduğunu belirtiyor. (Ah, keşke başka bir tabir kullanılsaydı. Bu "fırtına" sıfatı bana dünyanın en talihsiz ve sevimsiz bir siyasetinin örgütlerine verdiği adları çağrıştırdı...) Yani, durdurulamadıklarından söz ediyor. Ama o noktada biraz karmaşık şeyler de dile getiriyor. Herkesin sempatisini kazanmışken hayatının en şanssız açıklamasını yapan, Selahattin Demirtaş'ı "risk almakla, tavır almakla" taltif ediyor.
Velhasıl, ortada Kobani'yi aşan bir durum var.
Mevcut halin Kobani'nin ötesinde olduğunu da gene bendeniz değil bizzat Abdullah Öcalan saptadı. Parti/si barış sürecinin sekteye uğramasından söz ederken o ortaya çıkıp sükûnet, itidal ve devam yönünde karar verdi. Kitle de ona uydu, uyduğu kadarıyla. Tam da buradan hareketle geliştiriyorum basit, uygulaması da basit olan önerimi.
Şöyle açıklayayım...
Öcalan'la görüşme/ yazışma belli ki devletin kontrolünde yapılmıştı. Devlet istemiş, devreye girmiş, izin vermiş, hangisiyse artık, "mesajlaşma" gerçekleşmişti. Bir kere doğrudan bu durum Öcalan'ın ne kadar devrede olduğunu gösteriyor. Bu gerçek karşımızdayken Kürt tarafının bu lidere yönelik önerilerini ve beklentilerini geriye çevirmenin anlamı ne? Mademki bu hadde ulaşıldı o zaman Öcalan'ın daha aktifleştirilmesi için de bir adım atılsın. Bu bir!
İkincisi, tek başına böyle bir girişimde bulunmakla yetinmeyelim. Barış sürecini daha da hızlandıralım. Toplumu böyle bir sahada bazı radikal kararlara ikna etmenin zor bir iş olduğunu elbette kabul ediyorum.
Ama hükümette bunu gerçekleştirecek irade mevcuttur. Güç de mevcuttur. Bu şartları kullanarak barışı getirecek olan demokratikleşmeyi hızlandırmaktan kaçınmanın hiçbir anlamı yok.
Aksi takdirde neredeyse gelenekselleşmiş mekanizma işleyecek. Yani alınacak kararlar Kürt tarafının ağırlığını koyması, radikal tutumlar içine girmesiyle alınacak. Bir manada onlar dayattığı için alınacak. Bugüne kadar kim ne derse desin iyi kötü, eksik fazla böyle oldu. Toplumun çözüm/ barış sürecinde yaşananları kabul etmemesi büyük ölçüde bu izlenime sahip olmasındandır.
Kısacası eğer Türkiye böyle adımlar atarsa Kobani'de istediği oyunu daha rahat şartlarda oynar mı oynamaz mı?
Cevap belli. Dediğim gibi, benimki basit bir öneri. Uygulaması ondan daha kolay.
Ama en büyük gerçeklerin en basit denklemlerde gizli olduğunu bilenler bilir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA