İş, fıkrada olduğu gibi, üç nalla bir ata değil de, Erdoğan'ın adaylığı bakımından sadece bir nala kaldı. Üç nal ve at tamam. Bu durumda biz de Erdoğan sonrasını düşünmeye devam edelim. Çünkü o da atın süvarisiyle ilgili. Bu tartışma da ancak Ak Parti üstünden yapılabilir.
On iki yılı Türkiye, son bir yılın hengâmesine rağmen çok iyi geçirmiştir. Ortada öncesiyle mukayese edilemeyecek bir Türkiye var. Her şeyin temel ve çekirdeği olan ekonominin bu dönemde gösterdiği gelişme bile tek başına dönemi belirlemeye yeter. İkincisi, istikrardır. Tek partinin yönetim rahatlığı Türkiye'ye çok şey kazandırmıştır ve çalkantılarla dolu 1970'ler ve 90'lar hatırlayanlar için şimdi bir karabasandır. Üç, Türkiye bu dönemde değişmiştir. Değişim demokrasi demektir. Başörtüsü ayıbının ortadan kalkmasından asker- sivil ilişkilerine kadar değişiklikler, diğerleri bir yana, önemli kazanımlardır. Keşke bugün tartıştığımız diğer kısıtlamalar da olmasaydı. Ama bütün olarak dönemin bu yöndeki gelişimi besbelli.
Bütün bu kavramlarla birlikte Ak Parti Türkiye'yi derinlemesine dönüştürdü. Bu o kadar etkileyici bir dönüşüm ki, neticede CHP bile "muhafazakâr, milliyetçi, mukaddesatçı" bir çizgiye geldi. Toplumsal yabancılaşmaların aşılması, çatlakların giderilmesi anlamına geliyor bu.
***
Bu tür bazı kavramları savununca Ak Parti'nin "
güncel ilericiliği" mesela CHP'nin "
tarihsel ilericiliğini" aştı ve hatta büktü. Bu bir saptama ve çok önemli bir durumun saptanması. Belli konuları belli dönemlerde savununca bir kurum veya bir kişi "
ilerici" pozisyonunu tutuyor, karşısındaki kim ve ne olursa olsun. Ve tam tersine diğer kurum veya kişinin
muhafazakâr olarak nitelendirilmesini nesnel olarak zorunlu kılıyor.
Ak Parti açısından bütün mesele bu noktada düğümleniyor. Bundan sonra da aynı çizgiyi sürdürecek mi? Ak Parti'nin ilerici bir konumda kalması ve o yönde işler yapması bugüne kadar
konjonktüreldi. "
Güncel ilericilik" dediğim şeyin bir başka tanımı da budur: "
konjonktürel ilericilik." Bu derecede hâkim ve önemli bir siyasal kurumun bundan sonrasını da aynı çizgide sürdürebilmesi ancak mevcut ve çok geniş "durumu", bütün cepheleriyle birlikte kavrayan
entelektüel bir bakış açısına, değerlendirmeye ve pratiğe bağlıdır. Yani
makro demokratik değişimin şimdi
mikro demokratik değişimle iç içe geçmesi gerekiyor.
***
Ak Parti'nin son dönemde yaşadığı toplumsal sıkıntıların altında da bu gerçek yatıyor. Her şeyin çok
karanlık olduğu bir dönemde biraz ışık tutan önemlidir. Ama her yerin epey
aydınlandığı bir dönemde aydınlatıcı ve yol gösterici olmak zordur. Bu iki durum arasındaki fark Ak Parti'nin geleceğidir. Türkiye'nin de geleceğidir. Hele hele
dış politikanın bu derecede karmaşık bir hal aldığı bu ortamda sözünü ettiğim entelektüel yaklaşıma daha da fazla ihtiyaç doğuyor.
Parti bu durumu hayalle uğraşarak ve birtakım toplumsal zorlamalarda bulunarak aşamaz. Bunu ancak
Erdoğan sonrasında güçlü bir yönetim oluşturarak çözebilir. İsmiyle, kişiliğiyle ilk andan itibaren toplumda da, dünyada da güvence oluşturacak bir isim bu gelişmeyi sağlayabilir.
Abdullah Gül bu bakımdan, partiden gelen çağrıların da haklı olarak saptadığı gibi, son derecede önemli bir kişidir. CB sonrasında
yapmak istemeyebileceği Başbakanlık için mutlaka ikna edilmesi gerekir. Türkiye son bir yıllık çırpıntılardan sonra geçiş dönemini bu
sükûnet ve güvence içinde gerçekleştirmelidir. Bu şarttır.
Shakespeare'in
Üçüncü Richard'ı savaş meydanında "
bir ata krallığım" diye bağırıyordu. O at Ak Parti'dir ve süvarisi akıl almayacak derecede önemli olacaktır.