İki Gezi var. Birincisi çevreci, sosyo-kültürel bir hareket olarak başlayan, sivil bir direniş olarak gelişen Gezi, diğeri politik ve karmaşık bir tepkiye dönüşen Gezi. Şu son bir yılın getirdiği değerlendirmeler ikinci anlamın birinci anlamı neredeyse kökünden erittiğini ortaya koyuyor.
Biz ikisine birden bakalım ve bu geçiş nasıl oldu irdeleyelim.
Gezi, özünde, apolitik olan bir kuşağın çıkışıydı; sessiz, sakin ve kırılgandı. Bu kuşak aynı zamanda aşırı denebilecek ölçüde yalıtılmış (izole) bir bireyciliğe sahipti.
Kuşak ilk defa direndi ve bir talep ortaya koydu. O talebi geliştirirken bireyci bir kollektivite sergiledi. DayanışIyordu ama birey(ci)liğini koruyordu. İyi eğitimli, kentli, çağdaş teknolojiyle iç içe bu kuşağın taleplerinin sınırı belliydi. Çevreci isteklerde bulundular. Direnişlerini de bugünkü, çağdaş, çok daha incelmiş bir politikanın/ demokrasinin biçimlendirdiği bir direniş olarak sundular. Direniş, onlar için, demokratik olmaktan bile önce sivil bir haktı. Eski terimli ve yüzlü bir direnişle ilgileri yoktu.
Hadise ikinci evresinde oraya çekildi: eski yüzlü ve terimli politika hareketi teslim aldı ve bir paradoks doğdu: hareketin yeni politik yapısı eski siyaset tarafından kavranıp kapsanmayacak kadar değişik ve farklıydı.
Yeni siyaset ise taleplerini siyasallaştıracak bir dil ve yöntem bulamıyordu. Değişen Türkiye'nin ve dünyanın doğurduğu bir hareket kendisini doğuramıyordu. Böylece boşluğa düştü.
Gezi hareketi bu bakımdan mesela CHP'ye uzak durdu. CHP, Kemalistler ve Ulusalcılar onu içermeye kalkıştı ama kavrayamadı. İşin bu yanını çok önemsiyorum. Çünkü, bu durum, Türkiye'deki siyasal muhalefetin yetersizliğini, hatta imkansızlığını açıklıyor. Ama tam da bu niteliği Gezi'nin hudutlarını tayin etti: Türkiye'de siyaset hala temel ve çok zaruri ihtiyaçlar etrafında ve büyük kitle mobilizasyonlarıyla yapılıyor. Gezi'deki gibi talepler iktidar tarafından da muhalefet tarafından da kabul görümüyor.
Böyle olduğu içindir ki, eski siyaset odakları Gezi'yi kendi arayışları doğrultusunda kullanmak istedi. Hareketin siyasallaştıran budur. O yüzden de edindiği karmaşık yapı içinde boğuldu Gezi.
Kalkışma AK Parti'ye dönük bir hareket niteliği kazanınca ve 1848 Komününü anımsatan bir madde halini alınca bu defa iktidarın siyasal kitlesiyle çarpıştı ve kaybetti. Nasıl muhalefet ve iktidar Gezi'yi anlayamadıysa, siyasal Gezi de 'yeni Türkiye'yi anlayamadı. Nitekim birinci yılın sonunda öne çıkan aklı başında yorumlar aktif siyasetle ilgili değil sosyal teoriyle ilgili yorumlardır. Gezi, toplumsal bilincin siyasal bir eylem etrafında hızla örgütlenebileceğini gösterdi. İktidarın o örgütlenmeyi bir dialoji içinde kavranması çok önemli olacaktı.
Oysa iktidar Gezi'yi bir diaboloji (şeytan/ lık bilgisi/kuramı) olarak gördü. Bu bir toplumsal yarılma getirdi. Çünkü, gelin itiraf edelim, iktidarın Gezi'ye karşı direnmesi de bir haktı. Ama bu 'edimi'n pratik yanlışlığı, aşırı şiddet kullanımı, yanında iki temel yanlışı daha vardı...
Birincisi, hiç kulak asmadı o harekete, oysa belirttiğim dialoji sorunu çözebilirdi. İkincisi, iktidar siyasetini salt, ezici bir çoğunluk zemininde sürdürdü ve böylece kendisine bir yumuşak karın yarattı. Bugünden sonra da o kitle bulduğu ilk fırsatta sokağa çıkacak, iktidar da ona karşı şiddet kullanacak. Türkiye maalesef bu gerilim ortamında yaşayacak. Üçüncüsü, yeni demokrasinin bu tür çoğunluk realitesi değil, çok daha incelmiş kavramlar etrafında biçimleneceğini görmezden geldi.
Gezi: siyasetin en siyasal hali!