Son seçimlerden çıkan sonuç üstüne Avrupa kan ağlıyor demek abartı olur. Belli kesim ağıt yakıyor sadece. O kesim merkez siyasette yer alanlar. Radikal çevrelerse sonuçlardan memnun. Ağlamak ne demek, zil takmış oynuyorlar.
Bu hale Avrupa kendiliğinden gelmedi. Namık Kemal'in "sen ölmedin zavallı çocuk, seni öldürdüler" demesine benzer şekilde söylersem, Avrupa, Avrupa'yı katletti. Böyle diyorum çünkü muhtemel bir savaşı, 2. Dünya Savaşı'na çok benzer koşullarda, pişerken görüyorum.
***
Nasıl görmem? Karşımızda değişen bir Avrupa var. Bu kıta artık klasik
"beyaz Avrupa" değil. Dünyanın her köşesinden gelen insanlarla yüklü bir coğrafya. O insanları
ucuz emek diye çağırdılar. Sömüre sömüre kullanırken onları, eski dışlayıcı muameleyi de sürdüreceklerini zannettiler. Oysa köprünün altından çok sular akmıştı. Dünya küreselleşme diye bir olguyla iç içeydi. Bin türlü tarifinin yanında küreselleşme
siyasal doğruluğun, demokratik bilincin de küreselleşmesi, kitlelerin bilinçlenmesiydi.
Neticede insanlar bulundukları her yerde
kendi kimlikleri ve
gerçeklikleriyle var olmak istiyor. Bunu o beğenilmeyen
kıyı kenar insanları anladı ama "
Avrupa'nın kodamanları" anlamadı.
Yapay düşman yaratma babında bu defa
İslamofobi geliştirildi. Efendim,
Fransa'da yaşayan yabancılar başını açmak zorundaymış
"Cumhuriyetin değerlerini" benimsemek zorundaymış, öylelikle de
kadınlar başlarını açmalıymış. Netice yakılıp yıkılan mahalleler, bitmez tükenmez kavgalar. Göçmen politikası bu halde kaldıkça Avrupa sarsıntısını atlatamaz.
İkinci husus
tükenen merkez siyaseti. Otuz yıldan fazla zamanı
neo-liberal politikalarla geçiriyoruz. Aynı sürede
merkez sol değerleri tükettik.
İdeolojilerin öldüğü iddia edildi. Tüm bu hengâmede unutulan şuydu: o öldü-bitti denilen siyasetler kapsayıcıydı. "
Özgürlük- eşitlik- kardeşlik" diyen bir solun
kapsayıcı olmaması tasavvur edilebilir mi? Halbuki,
neo-liberal, Yeni Sağ siyasetler tanımları, doğaları, yapıları gereği
dışlayıcıdır. Ne denirse densin gerçek budur.
Kapsayıcı olamaması bir yandan, yıllardır uygulanan ekonomik modelin yakıcılığı öte yandan kitleleri içine kapanmaya itti. O çok korkulan
İslam işte bu nedenle doğdu: içerdiği kapsayıcılık ve sahip olduğu
topluluk (cemaat) yetisi nedeniyle. Kısacası ortada
sosyal planda da
ekonomik planda da sadra şifa olmayan bir
merkez siyaseti var. Onunla özdeşleşmiş, şu yetersiz neo-liberalizmi ülkü edinmiş Avrupa'da aynı şekilde reddediliyor.
Geriye
radikalizm kalır. Ve bu son derecede garip yöntemlerle işleyen bir mekanizmadır. Kitleler o
faşizan partilere yönelirken paradoks yaşar. Çünkü o partiler bugünkü neo-liberal politikalara ekonomik planda da sosyal planda da karşıdır. Sosyal planda o partiler bahsettiğim
göçmen kitlelerini, marjinal kesimleri de yok sayar. Dolayısıyla teorik olarak o kitleler bu partileri reddetmelidir. Ama kazın (kaziyesi) ayağı öyle değildir. Ekonomik bakımdan gider bu partilerle özdeşleşirler. Çünkü ekonomik uygulamalar bellerini kırmıştır, onu eleştirenlerle düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla ittifak ederler. Sonlarını hazırlarlar!
2. Dünya Savaşı bu şekilde çıktı.
Hitleriyle, Mussolinisiyle faşistler sosyal planda istenmemesi gereken bir ideolojiydi. Ama ekonomik plandaki radikal eleştirisi ve popülizmi bakımından destek gördü. Sonuç malum.
Avrupa böyle bir eşikte duruyor. O kadar ki, düşünün,
Moskova- Berlin- Paris hattı öneriliyor, aklı evveller tarafından. Yani,
Putin'in
otoritarizmi malum,
Merkel oraya yerleşiyor, şimdi
Sarkozy diyor ki, Hollande acizi gitsin ben geleyim, sistem kurulsun.
Sonuç şu: sol, sol gibi sol olmadıkça, bu pilav daha çok su kaldırır, Avrupa tükenir, dünya savaşa kayar. Görünen köy meselesi...