Hayır, masamın üstünde duran ve bu yıl bütün romanlarını boydan boya okuduğum Faulkner'ın bu başlığı taşıyan muazzam kitabından söz etmeyeceğim. Benim BB- BBB krizi dediğim ve cumartesi günü cereyan eden tartışmaya değineceğim. İki çift lafım var.
Elbette Başbakan Erdoğan başka türlü davranabilirdi. Elbette eleştirilerini toplantıdan sonra dile getirebilirdi. Soğukkanlı olmak elbette önemlidir. Bana göre o da öyle yapmalıydı. Ama o çıkışı doğuran nedenleri, benzeri işlerin, hatta sıkıntıların içinde çok bulunmuş birisi olarak anlıyorum. Kendisine verilen süreyi fersah fersah aşan, protokol kurallarını hiçe sayan, karşısındaki "tutsak dinleyiciyi" fırsat bilip, söylediklerine cevap verilmeyeceğini de bilmeyi ganimet sayıp yüklendikçe yüklenen konuşmacılardan artık illallah. Doğru mu yani, Barolar Birliği Başkanının öyle bir toplantıda bunca konuyu, üstüne vazifeymiş gibi, anlatması... Başbakanın çıkışı, yerden göğe kadar sorunludur dense bile bir devri, bir yöntemi kapatmıştır.
***
Biz Türkler,
mahcup ve suskun bir milletiz. Sesimizi çıkarmayız. Pazartesi sabahı bir kahveye gittim. Her zaman gittiğim mekânlardandır. Huyumu suyumu bilirler. Baktım in cin top oynuyor. Ufak tefek bir şeyler istedim. Söylediklerimi kaydeden kız yeni birisiydi. Çekti gitti, gazete okumaya daldım, gelen giden yok. 20 dakika geçti, nerede diye sordum, aldıran yok. Utanarak da olsa bağırıp çağırınca anlaşıldı ki, benim siparişlerimi iletmemiş bile. Ondan sonra beş dakika içinde her şeyi hallettiler, asap bozukluğu bana kâr kaldı. Keşke böyle olmasa. Ama ne yapalım,
Çetin Altan üstadımızın tabiriyle,
mesleksiz insanlar toplumunda, herkes kendi meselesinin ardından koşuyor. Siz başka bir ülkede "
ağlamayan çocuğa meme yok" lafı duydunuz mu? Sabahtan akşama kadar bir meseleyi halletmek için kavga mı etmek gerekir? Bunlar kimsenin üstünde durmadığı sosyolojik konular ama o çok önemsenen konulardan daha da önemli konular.
Kimse şu karşılaştığımız meseleyi bu açıdan ele almıyor. Herkes politik hesap peşinde.
Faruk Loğoğlu,
Feyzioğlu'nu eleştirdi, ardından
CHP de onu. Nitekim sosyal medyada karşılaştığım bir "gösterge" çok şeyi anlatmaya yetiyor.
***
Oysa
Akın (Ünver) bir analiz yapmış, gösterdi. Twitter'da "
haddini bil feyzioğlu" ve "
yanındayız feyzioğlu" diye iki "hashtag" var. İkisine de tweetler geliyor. O, bu tweetlerin kentlere göre dağılımını gösteren bir harita yaratıp onu incelemiş. Çok enteresan: "
haddini bil" tweet'leri de, "
yanındayız" tweetleri de haritada, Ak Parti ve CHP siyasal oy dağılımına tamamen benzer, hatta neredeyse onunla tıpatıp aynı bir dağılım izliyor. Şaşırtıcı değil mi?..
Dahası da var. Tweetlerin dağılımını bir de
İstanbul haritası üstünde gözlemlemiş. Aynı sonuç: seçimlerde Ak Parti ve CHP'nin oyları nasıl dağılıyorsa tweetler şehirdeki bölgelerde gene öyle dağılmış. Ne bir eksik ne bir fazla.
Akın'ın uyarısını burada tekrarlayayım: bir manipülasyon olabilir bu işte ama o daha ziyade tweet sayısıyla ilgilidir, bölgesel dağılımın manipüle edilmesini gerektiren bir husus görmüyorum.
***
Gene aynı kapıya çıkıyor mesele: kimsenin bir konuyu başka bir mantıkla ele almadığı, herkesin her tartışmayı siyasal meşrebince irdelediği bir ülkedeyiz.
Analitik, eleştirel, sorgulamacı bir perspektifi daima siyasal bir önyargıyla, "
ön tutumla" berhava ediyoruz.
Başbakan Erdoğan'ın çıkışıyla bir tür "
ifade" çağına girdiğimizi düşünüyorum. Olumlamıyorum o çıkışı. Ama hatırlayın, geçenlerde kaybolan çocuklarla ilgili olarak uzmanlar "
çığlık atmayı öğretin" demişti. Bu "
çığlık" konusunun suskun, mahcup, başı önünde bir toplumda çok yararlı olabileceği kanısındayım.
Öyle bakalım, tartışalım...