Hadiseleri büsbütün yerli yerine oturtmak ve gerçekleri mesela şu "manidar" veya "anlamlı" sözcüklerinin sınırları dışında görebilmek için galiba bir itirafta bulunmak gerekiyor: Türkiye, post-Kemalist döneme hazırlıksız girdi.
Doğrudur, askeri vesayet geniş ölçüde geriletildi; başörtüsü sorunu büyük ölçüde aşıldı; yargı bürokrasisini kırmak için epey yol alındı, Anadolu nüfusunun şehre taşınması için büyük çaba harcandı. Bunların hepsi bir arada, daha 2000'li yıllarda 2. Dünya Savaşı yıllarını yaşayan "devleti" dönüştürmek bakımından çok güçlü girişimlerdi.
Onlara Kürt konusundaki gelişmeleri eklemek gerekir. Türkiye'nin o askeri devleti ayakta tutmak için yumuşak karnı olarak kullandığı bu sorunun çözümü hepsinden önemliydi. Bu sahadaki kazanımların somutlaşması halinde diğerlerinin toplamından daha büyük bir viraj alınacağı bilhassa "onların" malumuydu. Onlar, devletin açık yaralarını kanatmasını bilenler ve o kandan menfaat umanlardır.
Sözünü ettiğim sorunların oluşturduğu o bütün, belli bir devlet anlayışını belli bir bürokrasi anlayışıyla iç içe geçiriyordu. Önemli ölçüde değişen o dokudur.
***
Fakat bütün bu gibi durumlarda olduğu gibi, arkadan gelen dönemin, yani katı bir
devlet-bürokrasi hâkimiyeti döneminin peşinden gelen dönemin,
sivil olması beklenir. Sancı orada gösterir kendisini. Eğer o sivilleşme somut bir çerçeve içine alınmaz ve sağlam bir dokuya kavuşturulmazsa ilk kımıltıda bu yumuşak zemin çatlar.
Türkiye'de de öyle oldu. Oluyor. Aşılan bürokrasi bu defa başka bir bürokrasiyle ikame edildi. "
Paralel devlet" diyor buna Başbakan.
Yargı bürokrasisi ilk haliyle dönüştürüldüyse de bugün başka bir müdahale söz konusu. Şunun veya bunun haklı olması gerçeği değiştirmiyor. Ortada
devlete karşı operasyon yapan bir devlet var. Merkezi idare buna göz yummayacağına göre bugünkü sorun daha bir süre bu şekilde devam edecek.
Öte yanda
büyük kentsel dönüşümün ürettiği sorunlar su yüzüne vurdu.
Yolsuzluklar değil sadece sıkıntı. Onun çok ötesinde kentsel dönüşümün bizatihi kendisinden kaynaklanan kısıtlamalar, çelişkiler, çıkmazlar var işin içinde. Bugüne kadar,
kentsel plana yansıyan makro taleplerin karşılanması belki kolaydı. İşin içine daha ince beklentiler girince yeni dinamiklerin üretilmesi gerekiyor.
Kürt meselesi yeniden büyük cesametiyle yavaş yavaş beliriyor. Herkes o konuya dönmek için tozun ve dumanın yatışmasını bekliyor.
İmralı dahi bu konuda belli bir tutum içine girmek zorunda hissetti kendisini. Fakat bu türden bir sorunun durgunluk yaşaması bile iç sürtüşmeleri, çekişmeleri ve zıtlaşmaları doğuracak kapasitededir. Türkiye'nin öncelikli sorunu dün Kürt meselesiydi. Bugün de Kürt meselesi olmaya devam ediyor.
***
Bu şartlar bir büyük soruyu biçimlendiriyor: bundan sonra ne olacak?
Sıfır noktasında değiliz. Bugün cereyan eden büyük
devlet sorununa rağmen iki noktada insan ferahlık duyabilir. Birincisi, bu hamleler
pre-modern (modernlik öncesi) bir
devlet örgütlenmesinden, bir
devlet-toplum ilişkisinden ve onun içine dönük, dışına kapalı yapısından kurtulma faaliyetidir. Yani son on yılda siyasal iktidarı oluşturan büyük doku
modernlik öncesi niteliğinden uzaklaşıp
modernliğe sıçrıyor.
İkincisi, insanlar bu yoldan
siyaset yapıyor. Zaten son on yılın en büyük gerçeği
siyasal toplum sınırlarının genişlemesiydi. O sınırlar şimdi büsbütün genleşecek. Geriye bir tek şey kalıyor: hem
demokrasinin hem
modernliğin büsbütün temellenmesi için
sivilleşmenin ve özgürlüğün sınırlarını büyütmek şart. Ön şart.
Feodal yapıdan
ön-modern yapıya geçiş sancılıydı. Ön modernlikten modernliğe geçişin de sancıları olacaktır. Bir manada bugüne kadar Türkiye'yi getiren siyasetin, siyasal mekanizmanın ve siyasal dinamiklerin bir tür
rehabilitasyonu bu.
Bitmeyen demokrasi maceramızda bir aşama demeyelim mi?...