28 Şubat soruşturması maksadıyla mahkemeye getirilen eski komutanlara bakıyordum ki, geçenlerde, öteden beri cevap aradığım soru bir kere daha zihnimi yalayıp geçti: nedir bizim devlet ideolojisinin yapısı?..
İşin çarpıklığı böyle bir soruyu sormak zorunda kalışımız.
Amerika'da veya ne bileyim Fransa'da devletin ideolojisi veya ideolojik yapısı nedir türünden bir soru abesten daha abes olarak görülebilir.
Çünkü oralarda, güttüğü ve anayasasına yazdığı bazı ilkeleri olmakla birlikte devletin ideolojisi olmaz.
***
Bizim böyle bir soruyu içimizde taşımamızın iki çok önemli nedeni var.
Birincisi,
devlet ideolojisi totaliter yönetimlerin marifetidir. Faşist devlet ideolojik bir temele dayanır. Aynı şekilde sosyalist devlet de bir ideolojiyi yansıtır. Ama
demokratik devletlerin sadece
yöntem ve ilkeleri olur. Avrupa bu yoldan geçmiştir.
1930'larda
Churchill'in tabiriyle "
İngilizce konuşan toplumlar" dışında kalan ülkelerde, devletler Faşizmle iç içeydi. Zamanla bu zehirden arındılar ve demokratikleştiler.
Bu bizim birinci nedenimizi oluşturuyor.
Türkiye Cumhuriyeti, modern bir devlet olarak ne yazık ki, daha henüz oluşmuş iken, 1930'larda bu
faşizm mayınına çarptı ve 1950'ye kadar kesinkes bir
faşizan devlet olarak kendisini biçimlendirdi. Şu veya bu kanıtı öne sürerek bu gerçeği tevil etmenin hiçbir anlamı yok. Türkiye bu verdiğim süre içinde söylediğim niteliğe sahipti. Tüm o ulus devlet, tek parti, ırkçılığa varan milliyetçilik tutkusu, azınlıklara karşı sürdürülen politikalar gelir bu kapıya çıkar. Maalesef.
1950 sonrasında bu anlayışı değiştirebilirdik.
Ama olmadı; olmadığı gibi başka bir şey gerçekleşti. DP, başka bir şey söylüyor ve kısmen de yapıyorken, bal gibi, bütün
devlet bürokrasisiyle birlikte
, Tek Parti döneminin hâkim devlet ideolojisini sürdürdü.
Kim diyebilir ki, 1950 sonrasında Türkiye'de demokrasi yerleşti. Hayır, sadece çok partili, seçime dayalı demokrasinin şekil şartlarına riayet eden bir yönetim söz konusu oldu Türkiye'de.
***
Fakat o bile kesintiye uğradı. Çünkü 1930'ların
devlet muhakemesini hâkim konumda tutmak için ordu,
darbe üstüne darbe yaptı. İşte bu da ikinci nedendir:
Türkiye'de devlet 1930 sonrasında 2007'ye kadar ordunun kontrolünde ve onun devlet ideolojisini sürekli kılma tutkusunun içinde kalmıştır. Bu o kadar saçma ve karmaşık bir mekanizmadır ki, mesela,
1960 darbesini yiyenler
1965'te iktidara geldi. Bir kere o DP iktidarının ne orduyla ne de devlet ideolojisiyle bir sorunu vardı. İkincisi, 1965 sonrasında iktidar olan
AP de
1971'de darbeye maruz kaldıktan sonra gitti, orduyla işbirliği yaptı. Ardından 1980'de gene darbeye maruz kaldı ve bu defa aynı kadrolar 28 Şubat'ta orduyu destekledi.
Yani, açıkça yazalım: daha önce belirttiğim gibi,
1977 Ecevit hareketi gibi sistem dışını hiç değilse işaret eden tek bir çıkış dışında, evet, ne yazık ki, siyaset ve siyasal partiler bizde, 1930'lardaki devlet ideolojisini, bazı mekanik müdahaleler hariç, benimsemiş ve taşımıştır. Devlet, Türkiye'de, bırakın insanları, siyasetin bile bilinç dışını teşkil ediyor.
***
CHP bu mirasın doğrudan savunucuydu ama diğer partilerin de yönetim kadroları olarak CHP ideolojisinden mek parmak şaşar yanları yoktu. İşte en neticede
Demirel ve yakın çevresinin yani
1950 ruhunun taşıyıcısı olan yönetim kadrolarının gidip şimdi
CHP ile işbirliği yapması şu söylediklerimin en katı, en somut kanıtıdır. Yetmezse, geriye dönün,
1961 ve sonrasında toplumsal dönüşüm ancak
ordu-aydın ittifakıyla mümkün olur diyen kadrolara bakın.
28 Şubat sırasında ortaya çıkan
ordu-aydın ilişkisine bakın. Kendisine
devrimci, solcu diyen kadroların bizzat bu ilişkiyi arayan, zorlayan, kurmaya çalışan muhakemesine bakın.
28 Şubat bu çok sancılı, çok muğlak, çok karanlık ilişkinin son perdesi,
27 Nisan da konserlerde genel istek üstüne çalınan "bis" gibi onun uzantısı idi; yani 1930'larda biçimlenmiş
devlet ideolojisini sürdürmenin son kalkışmalarıydı. "Devlet elden gidiyor" diyenler hangi devletin kaybolduğunu kendilerine bir daha sorsunlar derim!