Bütün o türden büyük "şeyler" gibi anayasa da hem sanıldığından daha önemlidir hem de öyle düşünüldüğü kadar önemli olmayan bir metindir.
Dünyanın her yerinde tartışılır anayasalar ama bizdeki gibi bir anayasa fetişizmine gerek yoktur.
Oysa durum Türkiye için tam da budur: 1961'den bu yana tam bir anayasa tapınması içinde bulunuyoruz.
Her iktidar, hele büyük ve kitlesel olanları daha çok, kendi anayasasını getirmek istiyor, Türkiye'de. Özal yıllarını anımsayanlar o dönemin en ciddi zıtlaşmalarının, en hayal donduran önerilerinin anayasayla ilgili olduğunu da anımsayacaktır. Keza, Demirel yıllar yılı Türkiye'nin 1961 Anayasası'yla idare edilemeyeceğini söyledi. Bunlar demokratik niyetler anayasa konusundaki; bir de antidemokratik uygulamalar var: 12 Mart geldi bir anayasa tırpanı attı, 12 Eylül geldi, kendine göre bir anayasa yaptı. Son yıllarda da gene anayasayla yatıp anayasayla kalkıyoruz.
***
Bu durumun açıklayıcı bir gerekçesi var. Her şeyden önce dünyanın önemli ve ciddi toplumlarında bir
sözleşme olarak görülen anayasayı
tarih hazırlamıştır.
Ya da tersinden söyleyeyim: tarih hazırladığı için anayasalar sözleşme olmuştur. Çünkü
sınıf çatışmalarını durdurmanın bir aracı olarak tasarlanmıştır anayasalar.
Türkiye de anayasayı sözleşme olarak nitelendiriyor ama neyin sözleşmesi olduğunun farkında değil.
Nasıl olsun; Bizde anayasalar,
hâkim otoritenin kendi iktidarını dayatmasının aracıdır.
Bu da
ordu ve bürokrasi olagelmiştir
. O çok
demokratik olduğu söylenen
1961 Anayasası da şu söylediğim niteliğe sahipti.
Fakat beterin beterini yaşamak Türkiye'de kader olduğundan
1982 Anayasası ondan daha kötüdür. Demokratik açıdan bir faciaydı o metin. 1961'in "yarım" bıraktığı
merkezi bürokratik otoriteyi güçlendirmek için alabildiğine ileri gitmiştir.
Arkadan gelen iktidarlar da bu anlayışı değiştirmek, ters yüz etmek için demokratik kültürleri ölçüsünde yeni bir anayasa yapma derdine düşmüştür. Mesela
Özal yeni anayasa isterken haklı,
Demirel haksızdı. Demirel bu nedenle gitti
12 Mart yönetimlerine destek verdi ve karşısına çıkan ilk seçimi palas pandıras kaybetti. Anayasa konusunda geri giden Türkiye en nihayet 12 Eylül anayasası kazasına uğradı.
***
Bütün bunlardan sonra bugün neden yapılamadı, yapılamıyor sorusunu açıklayacak çok önemli bir gerekçe olduğu kanısındayım; izah etmeye çalışayım.
Bugün Türkiye yeni bir anayasa arıyor, çünkü
yeni toplumsallıklar ve sınıfsal pozisyonlar üretiyor.
Anadolu'da doğan ve gelişen burjuvazi kendisine dayatılan
merkezi bürokratik otoriteyi reddediyor ve bunu yeni bir anayasayla somutlaştırmak istiyor.
Ama aynı anda Türkiye'de ortaya çıkmış farklı
mikro iktidar odakları ve
yeni toplumsal talepler de var: Kürt hareketi bunun en önemlilerinden biri. Yeni anayasa tamamen bu taleplerin ağır bastığı veya önce çıktığı noktada tıkandı. Yani bir yanıyla daha demokratik bir anayasa talep eden çevreler bir başka yanıyla
yeni demokratik talepleri göğüsleyemedi.
Belki haklı, belki haksız ama durum bu! İkincisi, Türkiye'deki siyasetin
kutuplaşmacı ve içine kapalı dili. Siyasetimiz ne yazık ki, haddinden fazla kendisiyle meşgul partiler ve ideolojilerle yüklü. AK Parti belli bir kesimin ve çevrenin sözcüsü ve temsilcisiyken CHP bir başkasının, BDP gene bir başkasının.
Bu, siyasetin
temsil- ideoloji mekanizması içinde anlaşılır bir tutumdur. Ne var ki,
demokratik söylem söz konusu olduğunda
uzlaşmacılık esastır.
Demokrasinin yapısı bunu gerektirir.
Oysa Türkiye tam o noktada tıkanıyor ve her parti kendi tabanıyla meşgul, diğerine uzak ve kapalı kalıyor. Herkes kendi söylemini
içine dönük bir siyasal tutumun öznesi haline getiriyor.
Anayasa siyasal kültür demektir!