Mutlaka başka açıklamalar ve yorumlar da vardır ama bana göre Osmanlının çözülme süreci 1821'de Yunan bağımsızlık savaşıyla başladı. Karışık bazı olaylar sonuncunda üç beş yılda bu ülke yitirildi. Gerisi çok hızlı olmasa da geldi. Tam yüz yıl sonra 1921'de artık Anadolu'ya atılmış bir Osmanlı vardı ve herhalde Tanzimat paşaları da İttihatçı takımı da en fazla Çin işkencesinde insanın kafasına fasılalarla suyun damlaması gibi ara ara imparatorluktan kopartılan ülkelerle rahatsız oluyordu. Bu uzun tarihin en acı dönemeci Ortadoğu'nun kaybıydı. Daha düne kadar "memalik-i Osmaniye"nin aynı zamanda ideolojisini oluşturan "mukaddes topraklar" uzun, sancılı, kahırlı bir mücadeleyle yolunup "eyalat-ı mümtüze"den çıkarılınca yönetim tarihinin en acı dönemini yaşamıştı.
***
Son on yılın dış politikası, söylenenlerin aksine,
Cumhuriyet kuşaklarının "içkin" hayalinin bir mahsulüydü. Cumhuriyet kuşakları mesela
Musul ve Kerkük'ün bir gün yeniden "bu topraklara" katılacağını düşünüyordu.
Demirel bir defasında bana Meclis'te o kentler elimizden gittiğinde çok gözyaşı döküldüğünü söyleyip, "bunların bir gün konuşulacağını" dile getirmişti.
Attila İlhan gibi
ulusalcı/ Kemalist yazarlar da, Atatürk'ün neden "
ilk hedef" olarak "
Akdeniz"i gösterdiğini sorguluyordu. (O bir sanıydı. O zamanlar bugünkü Akdeniz-Ege ayrımı yoktu. Ege, Akdeniz kabul ediliyordu.) Atatürk'ün sınırları "
kuvvetin" çizeceğine dair lafları olduğunu söyleyip, gözümüzün başka yerlerde "olabileceğini", bu defa
Hatay'ı örnek göstererek anlatıyorlardı. (Bizzat
Kemal Paşa, Anadolu'yu, İmparatorluğu, kurtarma gerçekçiliğiyle o kutsal toprakları terk etme emrini vermiş, bunu askeri bir muhakemeyle gerçekleştirmiş, kararını "
çılgınca" diye nitelendirmişti.)
Kısacası,
Davutoğlu'nun yeni bir strateji olarak biçimlendirdiği "
stratejik derinlik" kendi içinde ve "
bu çerçevede" anlamlı, tanımlayıcı bir yaklaşımdı. Tekrar edeyim, Cumhuriyetin devraldığı ve dönüştürmeye çalıştığı bir
yıkıntı bilincini onarmayı hedefliyordu. Öyle bakarsanız hiç de yanlış değildi.
İngiltere ve Fransa şunca seneden sonra hâlâ oralarda at oynatmak isteyecek de yüzlerce yıl iç içe yaşamış Türkiye mi sırtını dönecekti o mahalle?... Kaldı ki, Cumhuriyet idarelerinin o çevreyle yeniden ilişki kurmasını engelleyen
İslam da artık bir sorun olmaktan çıkmıştı.
***
Bu minval üzere epey yol aldıktan, "
one minute" hamlesiyle
Erdoğan OD'nun yıldızı olduktan sonra iki önemli hamleyle şimdi bir gerileme yaşanıyor.
Önce
Arap Baharı yeni bir evreye taşındı.
Mısır olayları
Arap Sokağını alt üst etti. Daha bir süre anlaşılması, hazmedilmesi gerek bu işin. Sonucun ne olacağını görmek lazım önce.
İkincisi,
Suriye. Olmaz denen şeyi başarıp
Rusya ile
Amerika anlaşınca Türkiye'nin politikası, daha doğrusu politika arayışı ve hedefleri bulandı.
Esad'ın çekilmesi yönündeki iddiasından vazgeçmeyecek Türkiye ama bunu artık tek başına
politika kurucu eleman olarak daha fazla öne süremeyecek. Hele şu kadar göçmen akın etmiş, Türkiye muhalefet güçlerini silahlandırıp, destekleyip savaştırmışken bu durum karşısında daha bir süre bunalacak.
***
Kritik bir eşikteyiz. "
Düvel-i muazzama" bir kere daha kapıda ve karşı(mız)da. Üstelik ellerinde
Kürt meselesi gibi bir koz var ve şu anda OD'da tozdan göz gözü görmüyor. Dış politikanın yeniden inşa edilmesi gerekiyor, çok ince bir dikkatle.
Balinanın karnındayız.