Türkiye'nin devletle imtihanı-2
Türkiye'nin modernleşme tarihinde toplum yoktur. Devlet "kadiri mutlak" olarak tepeden tırnağa her şeyin hâkimidir. Hiçbir dönem bu gerçeği değiştirememiştir.
Devlet demek olan askeriye ve bürokrasi kendisini sistemin sahibi olarak görmüş ve tescil etmiştir. Tüm o darbeler bu yapıyı asker lehine daha da güçlendirmek içindir.
O darbe noktasına gelene kadar da derini veya sığı devlet elinden geleni yapmıştır.
***
O kadar böyledir ki mesela
1970'lerde asker bir kere daha işin başına geçmek için toplumun gruplara bölünmesini ve o grupların birbirini kırmasını desteklemiştir. Nedeni basit:
1973'te geriye itildi asker. O yıl yapılan seçimler
12 Mart dönemini aştı. Fakat
1973 Kıbrıs müdahalesiyle ordu bir kere daha sisteme girdi ama tam oturamadı. Nihayet
1980'de darbe yaptı. Ona giden yolu da 5 bin ölüyle açtı devlet. Bunu ben söylemiyorum,
dönemin Başbakanı Demirel belirtiyor.
Darbe sonrasına bakınca da işin içyüzü anlaşılıyor. Örneğin
Kıbrıs'ın
bitmeyen dava olması boşuna değil. O durdukça asker de işin içinde olacaktı.
Kürt savaşının bitmemesinin sebebi var. O sürdükçe asker de işin içinde olacak, sistemin iplerini elinde tutacaktı. Hele o
Çiller'ler, Denktaşlar, Soysallar, hatta
Demireller destek veriyorsa...
Annan Planı'na evet demek bu nedenle önemliydi. Asker bir adım geriletiliyordu.
Kürt barışı bu nedenle hayatidir.
Sadece savaş durmayacak, demokratik bir dönüşüm de meydana gelecektir. Kürtlerin baklayı ağızlarında ıslatmalarına hiç gerek yok.
Ademimerkeziyetçi bir yapıya geçmek,
yerinden yönetim, güçlendirilmiş bölgesel idare, anadilde eğitim teker teker atılacak adımlardır. Bu çerçeve
anayasal yurttaşlık kavramıyla bütünleşirse daha sağlam bir zemin kurulacaktır.
***
Ama eksik kalan bir nokta var:
Ermeni konusu. İşin ayrıntısı, o
tazminat talepleri,
soykırım iddiaları önemsiz değil.
Ama bana kalırsa bu aşamada ayrıntı.
Ortada duran ve çok daha önemli olan şey,
Ermeni konusunun Ermeni/lerin konusu olduğu kadar bugünkü Türkiye'nin geçmişten ne devraldığını, neyi ne derecede üstleneceğini, neyi ne derecede reddedeceğini bilmesine imkân veren bir konu olmasıdır.
İşin aslı astarı budur.
Tam da bu durum bana başka bir şey düşündürüyor. Ermeni konusundaki bugünkü
resmi söylem, devletin toplumu teslim aldığı noktalardan biridir. Bu söylemin kabul edilmesi, sürdürülmesiyle toplum bir kere daha devletin kendisine çizdiği sınırlar içinde kalacaktır. Devlet toplumun ne düşüneceğini, ne diyeceğini tayin eden unsur olmaya devam edecektir. Tekrar edeyim, uluslararası planda hukuki yanı işin nasıl çözülür, onu bilemem. Ama bugünkü tavrın gerçeği benim söylediğimdir.
***
İşin özü dönüp dolaşıp aynı noktaya dayanıyor: devletin, kendi iradesiyle çizdiği alanda
toplumsal söyleme, eleştirel düşünceye, farklı yaklaşıma yer bırakmaması. Kamu alanının toplumsal alanı işgal etmesi. Kamusal bilincin bireysel bilinç dışı haline gelmesi. Bu
patolojik bir durumdur. Türkiye bunu yaşadı, yaşıyor.
Son "
Sovyetik" toplum biziz. Son
Soğuk Savaş ülkesi biziz. Sürekli korkularla koyun koyunayız. Bitmeyen tükenmeyen "
kurucu mitolojiler" içinde yaşıyoruz.
Kurucu lider kültünün altındayız.
Erginleşemiyoruz. Babayı öldürmeden
Oedipus kompleksi aşılmaz. Baba, bizim için devlettir. Devletin söylemidir. O geriletilmeden dönüşüm olmaz, hiçbir alanda, hiçbir düzlemde...
Umarım, büyük başlangıcın eşiğinde duruyoruzdur.