Öcalan'ın Nevruz mesajını herkes en hassas noktasından ele alıyor. Çok doğal. Öcalan, yeni bir döneme geçildiğini belirtiyor ve artık silahların bırakılmasını istiyor. Boşa bedel ödenmediğini, bundan sonra sahneyi siyasetin dolduracağını vurguluyor. Beklenen buydu. O da bunu dile getirerek tarihsel liderlik pozisyonunu olgunlaştırıyor
Ama ben konuya başka bir yanından yaklaşmak istiyorum. Öcalan, "inkâr eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu" diyor ve herkesi "demokratik modernite sisteminde yer tutmaya" çağırıyor.
Kürt sorununun çözümüne yönelik tartışmalar ve çalışmalar başladığından beri bu köşede hep bir gerçek vurgulandı. Sorunun çözülmesi sadece Kürt meselesini ortadan kaldırmaz, Türk meselesinin ortadan kalkmasına da yol açar denildi.
***
Öcalan'ın ifadesini bu muhakemeyle okumak gerekir.
Bölgesel Kürt devleti, Kürt bağımsızlığı, federatif yapı, hatta demokratik özerklik gibi kavramlardan vazgeçmiş ve herkesi
siyaset etrafında birleşmeye çağıran bir
Öcalan, yerinde bir vurgulamayla,
modernist paradigmanın sonunu ilan ediyor.
Hani, tam manasıyla, "
cümlenin maksudu bir, rivayet muhtelif" denebilecek türden bir açıklama bu. Çünkü aynı sözcükler ve kavramlarla dile getirmiyor ama hükümet kanadı da benzeri şeyleri kendisine özgü üslubuyla açıklıyor.
Başbakan Erdoğan, daha geçenlerde "
arabesk" sanatçılarının "
tektipleştirmeye, toplum mühendisliğine" karşı çıktığını söylemiyor muydu? Bu özellikleri nedeniyle onları sahiplenmiyor muydu?
***
Bu gelişmeleri nasıl yorumlamak gerekir?
Ben de tıpkı
Öcalan gibi daha kavramsal, daha "retorik" bir tanımlamayla bu soruyu yanıtlayayım: çok açık biçimde Öcalan, içinde yaşadığı çağı, belki biraz gecikmiş olarak, doğru değerlendiriyor ve böylece
ulus devlet anlayışının içe dönük, dışa kapalı yapısını eleştiriyor. Sonunu ilan ettiği odur,
ulus devlettir, onun tekçi yapısıdır.
Bir adım daha ileriye gideyim: bizim ulus devletimizin kurucu ideolojisi ve bu tekçi sistemi oluşturan
Kemalizmdir. Daha başka yerlerde yazdığım yazılarda bu modelin nasıl geliştiğini uzun boylu ele almışımdır. Şimdi o tartışmalara girmenin anlamı yok. Ama bir gerçek var ki, özündeki
ilerlemeci, özgürlükçü anlayış yerini
bürokratik yapının toplumu denetlemesine bıraktıkça ve
bürokrasi orduyu da kapsayan elitist bir anlayışa dönüştükçe Kemalizm tektipçi, inkârcı ve dışlayıcı olmuştur.
Türkiye'de Kürt hareketinin başladığı
1980'lerde bu anlayışın
12 Eylül darbesiyle gelen şahlanışı yaşanıyordu. Ama 1990'lardan, bilhassa 2000'lerden sonra Türkiye bu modeli nasıl aşacağını sormaya başladı.
Kürtler, Müslümanlar bu dönüşümün itici unsurları oldu. Nihayet malum enerji yumaklarının çözülmesiyle bugüne gelindi. Şimdi daha da ileriye gidiliyor. Devletin yapısı dönüştürülüyor. Hâkim ideoloji aşılıyor, çağa uygun, demokratik bir sisteme geçiliyor. Üstelik bunun, olması gerektiği gibi, siyasetle yapılmasına çağrı çıkarılıyor.
Türkiye'de yeni bir dönem başlıyor.