Eski rejimler ve dönüşüm-3
1990'larda adı daha sık geçen Hint asıllı siyaset bilimci Partha Chatterjee Türkçeye çevrilen kitaplarında Hindistan tarihini inceleyerek bir saptamada bulunuyordu.
Buna göre sömürgecilik dönemi sona erdiğinde bir önceki yönetime karşı olan ve onu ortadan kaldırıp yeni bir düzen kuran kadrolar, iş başında bir önceki dönemin düşünce yapısının, zihinselliğinin uzantısı sayılacak biçimde davranıyor, edip eyliyorlardı. Çünkü hem daha önceki düzenin metafiziğini yeniden üreterek kendilerini meşrulaştırıyor hem de öncelikle kendi iktidar alanlarını inşa ederek işe başlıyorlardı.
Sömürgecilik sonrası çalışmalarda ufuk açan bu saptama bizim Cumhuriyet sonrası dönemi anlamak bakımından hayli işlevsel görünüyor. Cumhuriyet şüphesiz yeni bir yönetim yapısı ve yöntemiydi. Başlı başına bir farklılığa dayanıyordu. En önemli özelliği ve iddiası kendisinden önceki yapıdan radikal biçimde kopmasıydı. Aradan zaman geçtikten sonra anlaşıldı ki, Cumhuriyet kadroları ne derecede radikal olurlarsa olsunlar, kurdukları yeni yapı içinde eski yapının yöntemini uygulamaktadırlar.
Devletle ilişki, kurumsal tercihler, toplum olgusunun tanımı hep o eski anlayışın uzantısı olarak sürmektedir.
***
Radikal bir değişim ve dönüşüm bile bu sonucu üretiyorsa,
Esad rejimi türünden içine kapanmış ve kemikleşmiş bir sistemin hem dönüşmesi son derecede güçtür hem de dönüştükten sonra bambaşka bir doku üretmesi. Bu tür rejimler kozmetik farklılıklar yaratsalar bile yeni sistemlerini eskinin bir uzantısı olarak inşa eder ve yaşarlar.
Bu hiçbir değişiklik yapılmasın demek değildir. Tersine yenilenme zorunludur. Kim 21. yüzyılda böyle bir devlet anlayışını kabul eder? Ama dönüşümün
merkezi iktidardan gelmesi ne kadar zorsa
merkez dışındaki güçlerden gelmesinde o kadar zorunluluk vardır. Ancak öylesi
radikal ve gerçek talebe dayalı, o talebin gereğinin yapılması için harekete geçmiş bir süreç daha gerçekçi ve kalıcı sonuç doğurabilir.
Arap Baharının önemini bu sularda aramak doğru olur. Kendi kendisini boğmuş ve
demokrasisiz bir modernleşmeye razı olmuş toplumlar ilk defa ciddi bir siyasal talepte bulundu. Fakat bu sürecin içerdiği en önemli kısıtlama şu: daha demokratik gibi duran o talepler gerçekten bir demokratik anlayıştan mı türüyor yoksa belli muhalefet odakları kendi varlıklarını pekiştirip iktidarlarını sağlamlaştırmak için demokrasiyi sıçrama tahtası olarak mı kullanıyor?
***
Bu hayati sorunun yanıtı daha ideolojik planda ele alınırsa malumdur. Söz konusu coğrafyada bugün tek '
ideoloji' İslam'dır.
Batı ve ABD mevcut rejimlerin aşılmasıyla birlikte çoğulcu ve gerçek bir demokratik yapıdan ziyade İslam temelinden yeni otokrasilerin oluşacağından çekiniyor. ABD Esad konusunda Türkiye'nin tüm ısrarına rağmen bu endişeyle geriye çekildi.
Sonucun ilk aşamada o yönde olacağını bilmek gerek. Bunu kanıtlayacak yeterince veri mevcut. Ama bu korku, kuşku, endişe mevcut rejimin devamını istemeyi meşrulaştırmaz.
Demokrasi kendiliğinden oluşan bir şey değil. Tarifle de sağlanmıyor. Ancak deneyimlenerek geliştiriliyor. İlk elde kendisiyle çelişen bazı sonuçlar üretse de zamanla kendisini revize edebilen, kendisini kendi içinden dönüştürebilen tek rejim demokrasidir.
Doğrudur, eski rejimin tortusu sürecektir.
Ama buna rağmen mevcut rejimlerin kapağı atmalı ve sistem kendi kendisini yeniden üretebileceği esnekliğe kavuşmalıdır. Bu nedenle sistem dışı muhalefetin talebi ve mücadelesi önemlidir. Bu bakımdan aykırı bir şey söyleyeyim; derin hafızada saklı kalan
1979 İran devrimi bile bugün Arap Baharına uzaktan da olsa ilham vermektedir.
Türkiye haydi haydi bir ilham kaynağıdır ve modeldir.