Dün masada dalmış çalışırken birdenbire içimden dürtülmüşçesine başımı çevirip pencereden baktım. "Bin yıldan arta kalan" Haliç'in üstünde birbiri ardınca yığılmış, gür, zengin, güçlü ama munis esmer bulutlar. Rüzgâr gayet sert poyrazdan esiyor, Haliç neredeyse gürül gürül akıyordu. Esen Kuzey yeli mülevves ağustosun kirini, pasını silmiş, ortalığı pırıl pırıl, cam gibi yapmıştı. Karşıda "Marmara'nın mai der aguşu içinde/ ölmüş gibi dalgın uyuyan tude-i zinde" yani Galata ve İstanbul; az ötede kanlı bir ünlem olarak Adalet Kulesi. İşte eylül dedim, işte sonbahar!
***
Sonbahar geldi, ben döndüm. Döndüm geldim. Bir yaz dışarıda kaldı, 2012 yazı. Fazla önemli olmadıysa da önceki yıllardaki gibi felaketlerle yüklü değildi, bu da beni mutlu etmeye yetti. İki hafta tatil yapmadım ama iki hafta yazı yazmadım. Yazmadım dedimse bu köşede yazmadım. Yoksa diğer yazdıklarımın doldurduğu defterlere ben bile yetişemiyorum.
Döndüm geldim. Geçen iki haftada bir hafta "tatil" yaptım. Akdeniz, güneşi, mavi ve yeşil sularıyla yerinde duruyordu. Dibinde pırıl pırıl balıkları, yamaçlarında ormanlar. Yıkık eski kentlerde, başkasını bilmem, duyduğum erincin tadı hiçbir şeyde yok. Antik limanına giren duru ve ışıklı, zümrüt denizi, her şeyin tanığı olan kayaları, kırık mermerlerinin arasından fışkırmış bitkileri ve sararmış otlarıyla Knidos bir hayalin en eski yüzü gibiydi. O mekânların zamana kayıtlı halleriyle Akdeniz gecesinde gökyüzünü dolduran binlerce yıldızın yarattığı zamansızlık duygusu arasında salınıyor insan yaz gecesinde.
Ötesi gene İstanbul, iş, çalışma ve kitaplar.
Müthiş kitaplar! Neredeyse bir roman yağmuru. Dünyanın en iyi yazarlarından dökülüşen roman hevenkleri.
Martin Amis, Will Self, Ian McEwan, Zadie Smith, John Banville, Hilary Mantel behemehal Türkçeye çevrilmesi gereken, zaten çevrilecek kitaplar.
Leyla Erbil'in
Kalan'ı başlı başına bir emek ürünü.
Demir Özlü'nün son novellası
Önünde Boş Bir Uzam (bilmiyorum böyle dersem bana kızar mı ama bu tanımı onun modern anlatısına daha çok yakıştırıyorum) kendi tarihinin son halkası.
Denemeler, günlükler, biyografiler...
Jonathan Franzen:
Far Away! Öyle anlaşılıyor ki, İngiliz dilinde ne yazarsanız yazın önce çok iyi bir anlatıcı olmak zorundasınız.
Susan Sontag'ın düşünceler, tasarılar, imlerle yüklü günlükleri. 1960 ve 70'lerin Paris'ini yaşamak da denebilir buna.
Zygmunt Bauman,
This is not a Diary. Çok yeni olmayan, çok dikkat çekici şeyler söylemeyen ama gene de yüklü bir hayatın damıttığı düşünceler. Bir de
Stephen Spender'in yeni günlükleri. Bu kadar meşhur insanla ilgili bunca "intim" bilgi isteyenlerin başucu kitabı.
Kuramsal üç kitap:
David Priestland, Merchant Soldier Sage. Batı kapitalizminin bu kadar yeni ve ilginç bir anlatısı. Savaşçı tüccarlar, ticaret için savaşanlar.
Pankaj Mishra, The Intellectuals who Remaid Asia. Bizim de ele alındığımız bir Doğu ve Hindistan entelektüel tarihi. Farklı yazarları derleyen bir kitap:
The Future of European Social Democracy. CHP'lilerin okumayacağı muhakkak!
***
Yaz bitti.
Ülkü Tamer, "yazın bittiği her yerde söylenir" diyordu. Varsın
Yahya Kemal'in şiirine "eksik şair"
Tanpınar gizli nazireler yazsın, her şey Tamer'in vurguladığı ölçüde, bu kadar yalın. Bundan sonra sonbahar. "
Lodosa sise ve lüfere" dair bir hayat, yaşayacağımız...
Bu arada ben bir yıl yaşlanmadım mı bilmiyorum ama
yaşaldım. O kesin! Daha ne olsun?...