Bunca hengâme arasında benim ilgimi çeken, AK Parti'nin kuruluş yıldönümü. 2001'de kurulan parti ertesi yılki genel seçimlerde iktidar oldu ve on yıldır Türkiye'yi yönetiyor. Teknik başarılarının olduğu su götürmez bir gerçek. Ekonomide çok uzun süre istikrar sağladı, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde çok önemli adımlar attı. Uyguladığı ve çok açık toplulukçu (communitarian) politikayla ve onun zemini olarak inşa ettiği İslam/ Müslümanlık vurgusuyla da iki önemli sonuç elde etti: büyük kitlelerde gelecek umudunu canlı tuttu ve onlara yoksulluklarını unutturdu. Bu zeminlerde bir başarısı olmasaydı zaten siyaseten sürekli olarak oylarını artırarak iktidar kazanamazdı.
***
AK Parti'nin ikinci büyük başarı halkasını
ordu-sivil ilişkileri meydana getiriyor. Gene cumhuriyet tarihinin hiçbir iktidarında görülmedik derecede orduyu siyaset dışı bir noktaya itti. Türkiye'de demokratikleşmenin 100 yıldır en önemli aşamaları arasında saymak gerekir bu çıkışı. Ordu eksenli, temelli modelin tepe taklak edilmesidir bu ve hayatidir. Böylelikle
asker kökenli, anti-demokrasizmi benimsemiş Kemalist ideolojinin sonuna gelindiğini de belirtmek gerekir.
AK Parti'nin üçüncü büyük çemberini
muhafazakârlık kavramı hazırlar. Daha önce Türkiye'nin neredeyse tümden yabancı olduğu bu kavram artık
politiko-kültürel bir kod olarak gündelik hayatımızı her düzeyde kuşatıyor. İslami bir tonlamayla, Müslüman ameline göre hareket eden büyük bir toplum kesimi kendisini artık muhafazakâr olarak nitelendiriyor. Buradaki muhafazakârlık belki daha bir süre sivil içeriğinden uzaklaşacak ve daha dinsel bir içeriğe kavuşacaktır. Ama Türkiye'de yepyeni bir kültürel ortam hazırladığı kuşkusuzdur.
Asıl değinmek istediğim de budur: böylesi bir pozisyon toplumsal ve siyasal planda çok mu ürkütücüdür? Daha dogmatik bir
sekülarizm optiğinden bakılırsa öyle. Türkiye
İran olacak,
Malezya olacak, türünden safsataları bir yana bırakalım. Bana göre Türkiye bu gidişle
Almanya ve Amerika'ya benzeyecek. Çoğulculuk ve sekülarizm içinde dinselliğin gündeliği belirleyen ağırlığı artacak. Burada
seküler ve demokratik bir çizginin korunması önemli.
Bu durum, son derecede ilginç bir dönüşüme tekabül ediyor. Ediyor çünkü, AK Parti şu yukarıda saydığım koşullar çerçevesinde
modernleştirici bir parti. Nitekim bu niteliğiyle şimdi sert çekirdekli İslamcı kesimin gitgide artan dozda eleştirisine maruz kalıyor. AK Parti ana başarısını
sosyal mobilizasyon halindeki kitleleri denetlemesine ve onlarla bütünleşmesine borçlu. Bu her şeyden önce son zamanlarda
Etyen Mahcupyan'ın ısrarla vurguladığı gibi bir sekülerleşmedir.
Söz konusu sekülerleşme politizasyon üstünden gerçekleşmektedir ve bu durum
Cumhuriyetin yanlış modernleşme/ sekülerleşme denklemini doğrultmaktadır. Cumhuriyet sekülerleşmeyi kitleleri toplumsal hareketlilikten soyutlayarak ve bilhassa siyasal katılımdan uzaklaştırılarak, onlara yeni bir kültür aşılayarak sağlamayı hedef almıştı. Soyutlama ve zorlama ile modernleşme ve sekülerleşme idi bu model. AK Parti, tam tersine cumhuriyetin dışladığı bu iki olguyu devreye sokmakta ve
mevcut kültürel kodlar yani
Müslümanlık (dikkat, İslam değil) ve
muhafazakârlık üstünden sekülerleşme sağlamaktadır.
***
Zaman zaman içine düştüğü demokratik yön sorunlarından kurtulursa ve otoriter eğilim izlenimi verecek tavrını ortadan kaldırırsa bu hamlenin toplumsal barışı sağlamakta, demokratikleşmeyi yerleştirmekte ve modernleşmeyi sonuçlandırmakta her evredekinden daha büyük bir etkisi olacağı muhakkaktır.
On yıldan fazla bir zaman sonra budur durum!