Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

1930'ları aşmayalım mı hâlâ?

Belki zor, belki sıkıntılı, belki insanı karmaşık duygular içinde bırakıyor, hatta devrimi reddeden ve tedriciliği öngören bir muhafazakâr anlayışla taban tabana zıt bir sertlik içinde gerçekleştirilmesi de anlamsız, ama Türkiye şu 1930'ları artık aşmamalı mı?

***

1930'lar deyince hemen irkilmeye gerek yok. Çünkü 1930'lar sadece 1930'larla sınırlı değil. Keşke öyle olsaydı. O zaman kendiliğinden ve çoktan aşılırdı. Fakat 1930'lar 1980'lerde darbe yapan generaller tarafından eksik, yanlış ve yersiz bir biçimde yeniden üretildi. Bugün 1930'ların Kemalizmi içinde ortaya çıktığını, uygulamaya koyulduğunu sandığımız birçok etkinlik, o yıllardan mülhem bir biçimde 1980'lerde geliştirilmiştir. Şaşırtıcı, inanması zor ama öyle.
Hoş öyle olmasa ne olur? 80 yıl bir zihniyeti aşmak için yeterli değil mi? Hele de o yılların ne menem bir şey olduğu anımsanırsa.
***

Sükûnetle, bağırıp çağırmadan ve zıtlaşmadan düşünelim. Bütün Avrupa totaliter rejimlere savrulmuş. Türkiye "öncü aydınlarını" mesela Falih Rıfkı'yı faşist Roma'ya Kemalist Tiran'a gönderiyor. (Bunlar, Atay'ın gezi kitaplarının adıdır.) Bir daha gidiyor, geliyor bu defa Moskova-Roma kitabını yazıyor. Oralardaki totaliter uygulamaları (üstelik Moskova komünist, Roma faşisttir) izleyen Atay ülkeye avdet edince kaleme sarılıyor ve Kemalizmin faşist Roma'dan da, Moskova'dan da etkilenmesi gerektiğini, buna ihtiyacı olduğunu yazıyor. Nedeni açık: otoriter bir toplum mühendisliği anlayışını en kolay uygulama yolu totaliter bir rejimden geçer. Aynen böyle!
"Öncü" siyasetçi Recep Peker gene İtalya'ya gidip gelip o faşizmi bu defa siyasal bir sisteme dönüştürmek istiyor. Görüşlerini içeren bir rapor yazdığı ve onun Atatürk tarafından yırtılıp atıldığı henüz kanıtlanmamış bir iddiadır; öyle bir rapor olduğu sadece bir tek kaynakta zikredilmektedir. Rapor da bulunmamıştır. Buna mukabil siyasal sistem o anlayış doğrultunda dönüştürülüyor. 1930 sonrasında Kemalizmin ırkçılığa kaymasının, bu kavrayışın antropolojik, dilsel ve tarihsel düzeylerde uygulamasının nedeni Avrupa faşizmleridir.
***

1930'ların devlet modeli de gene o merkezden beslenmiştir. Parti-devlet bütünleşmesi o dönemde kurulmuştur. CHP'nin altı oku anayasaya intikal ettirilmiştir. Duçe gibi kimlikler Ebedi Şef-Milli Şef sıfatlarıyla topluma giydirilmiştir. 1940'lar bu faşizmi daha da kamçılamıştır. Bu tarih 1950'ye kadar devam etmiştir.
Diyelim ki, bu model kırıldı, aşıldı. Yeterli midir sanırsınız? Ondan daha beteri var ve devam ediyor: beden politikaları örneğin. Şu mahut "spor" uygulamaları yani. Almanya ve Rusya uygulamalarıyla bire bir örtüştürüldü bütün sistem. Bir nokta daha: bu spor anlayışı militerleşti. Bütün toplumun askeri bir disiplin altına alınmasının, bir itaat toplumuna dönüşmesinin imkânı olarak kullanıldı.
Tüm ülkeye hep birden spor yaptırmak, bir ülkeyi homojen bir hale getirmek, siyasalı toplumsalın içinde eritmek bugün olacak, kabul edilecek şeyler değil.
1930'ların gerçeği budur. Bir modernleşme projesidir. Kültürel, toplumsal ve siyasal planda bu proje uygulanmıştır. Elbette yararlı olmuştur, elbette kazançlar sağlamıştır. Ama 1980'lerde ihya edilmiş bir militer anlayış olduğunu unutarak veya hiç bilmeyerek bugün onun "total" bir toplum projesi olarak sürdürülmesini istemek mızrağı çuvala sığdırmak gibidir.
Olmayacak duaya amin demektir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA