Şu son yaşanan olayları bir "devlet krizi" olarak nitelendirdiğimi yazmıştım. Bunda şaşacak bir şey yok. Devletin bir birimi diğerine basına yansıdığı gibi ve o ölçüde karşı çıkıyorsa ortadaki krizi başka türlü nitelendirmek olanaksız. Böyle bir krizin bazı yapısal nedenlerine, geçmişten beri devam eden koşullarına pazartesi günkü yazımda değinmiştim.
***
O koşullar arasında biri diğerlerinden daha öne çıkmış durumda. O da
AK Parti'nin
2007'den başlayarak bazı patinajlara ve tereddütlere rağmen giderek artan bir hızda
devleti dönüştürmesidir. Devlet dönüştürümünden rahatsız olan kesimler bir araya gelerek, bir "
geniş cephe" oluşturarak buna direniyorlar. 2002 öncesinde müşahede edilen devlet krizi
laiklik, meşruiyet ve yönetim krizleriyle iç içe geçmiş bir halde gelişirken bugünkü devlet krizi bu dönüşüme tepki gösteren kesimlerin
reaksiyoner bir krizidir. Kaynağında ise
demokratikleşme yatmaktadır.
Devlet dönüşümünün en geniş anlamda demokratikleşme yönünde olduğu ve demokratikleşmenin de
Kürt meselesini hallederek sağlanabileceği devlette, onu yöneten iktidarda bu olaylar patlak vermeden önce kristalize olmuş bir düşünceydi.
Askerin belli kanadının ve
emniyetin Kürt konusundaki açılıma şiddetle tepki gösterdiği ise malumdu. Buna karşılık hükümet onların baskısından kurtulmak ve olayları sivil bir kapsama taşımak için
MİT'le işbirliği yapmaktaydı. Nitekim askerin elindeki dinleme aygıtlarının MİT'e kaydırılması önemli bir göstergeydi, başlı başına bir tercihti, tavırdı, tutumdu.
***
İkinci ve çok daha önemli bir hatırlatmayı
Avni Özgürel, Neşe Düzel'e verdiği mülakatta yapıyor.
Eski Müsteşar Taner zamanında hazırlanan bir belgede, bir
devlet analizi bu, deniyor ki, demokratikleşmediği, Kürt sorununu bu çerçeve içinde çözmediği takdirde devlet parçalanır. Böyle bir yorumun
devletin güvenlik birimince önerilmesi, entelektüel kapasitesi bir yana, devletin ilk kez bu doğrultuda adım attığının kanıtıdır. Hükümet iradesinin farklı olmadığı
Oslo görüşmelerinin başlamasına emir veren yönetim iradesinden bellidir.
Özgürel devam ederek, son olayların odak noktasında yer alan
KCK operasyonuna da ışık tutuyor. MİT'in
KCK'yı kontrol ettiğinin çok açık olduğu bu aşamada Emniyet'in o örgüte dönük sürekli baskıları, baskınları, tutuklamaları
MİT'le Kürt kesiminin, dolayısıyla o sorunu nihai olarak sonuçlandıracak
sivil otoriteyle Kürtlerin arasını açacak mahiyettedir, diyor Özgürel. Yani, bunlar olmasaydı, herhalde belli kaynaklara dayanarak konuşan Özgürel'e göre nisan ayında Oslo sürecinin ikinci bölümü başlayacak ve nihayet bu yılın sonunda bu sorunun çözümünde PKK'nın silahlı mücadelesi bitirilecekti.
***
Bu analizin gösterdiği yönle şimdi
yargı marifetiyle varılan nokta arasındaki uçurum insanı hayretten donduruyor. Ama ne yapalım ki böyle. Türkiye'de o
derin devlet ve onun
iktidar oyunu içinde sürekli olarak değişen kompozisyonu böyle bir baltalamayı göze aldı.
Başbakan Erdoğan'ın hastalığının ayrıca bir fırsat bilindiğinden hiç kuşku yok. Bir şey daha ekleyeyim: yabancı istihbarat teşkilatlarının da gene bu süreçte üstlerine düşeni yaptığından şüphe duymak saflık olur.
Bütün bu nedenlerden ötürü hâlâ devam eden ve bir "
güç gösterisi" olan bu girişimi bir
darbe girişimi olarak değerlendirememek ve bunun hükümete, özellikle Başbakan'a yönelik olduğunu düşünmemek bana olanaksız görünüyor.
***
Tıpkı her darbe gibi bunun da bazı şeyleri geriye götürmediğini söylemenin imkânsız oluşu gibi...