Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Avrupa'nın a'sı

AB ile olan ilişkilerin geldiği nokta hakkında düşünüyordum birkaç gündür. Daha doğrusu o ilişkilerin Avrupa kavramı içinde nereye oturduğunu, Avrupa'nın bugün ne ifade ettiğini kendi kendime soruyordum.
Ne zamandır aklımda doğrudan Avrupa düşüncesinin oluşumuyla ilgili bir ders vermek var. O nedenle birçok kitap karıştırıyordum. Euro ile birlikte başlayan sıkıntılar, "ortak Avrupa" düşüncesinin imkânları, Avrupa'nın tekil mi çoğul mu bir kültür olduğu, şimdi çok görünür ve etkili hale gelmiş İslam'ın Avrupa bilincinin bugünkü konumunu belirlemekteki işlevi derken şu son öldürüm olayının haberleri ve ardından yazılan yazılar, görüşler dökülmeye başladı. "Avrupa insanının sonu" falan başlıklı makaleler gördüm.

***

Bir yazı başlığı olarak elbette ilginç ama geçenlerde yitirdiğimiz Jorge Semprun ile Sarkozy'nin gadrine uğrayan, bir zamanlar adı Fransa Cumhurbaşkanlığı için geçen Dominique de Villepin'in tam da bu adda, Avrupa İnsanı (Agora Kitaplığı), bir kitapları vardır. Son derecede çarpıcı görüşler ileri sürülür.
Var mıdır böyle bir insan denilirse, evet vardır. Elbette vardır. Ama karmaşıktır. Kolay, basit ve sıradan bir biçimde kavranamaz. Son kertede Yahudi-Hıristiyan kültürünün, Hellen uygarlığının, Rönesans'ın ve Fransız Devrimi sonrası ulusçuluk anlayışının içinden oluşturulmuştur bu tarih. Kendi içinde de sayısız dönemeçleri vardır. Örneğin yukarıda Hellen uygarlığından söz ettim. Leonard Barkan'ın çok etkileyici kitabı (Unearthing the Past: Archeology and Aesthetics in the Making of Renaissance Culture) okunduğu zaman görülür ki, bu uygarlık öyle her dönemde, sürekli bir biçimde mevcut ve herkesin baştan benimsediği bir şey değil. Rönesans'ta bu kültür keşfedilmiş. Tekrar unutulmuş veya uyutulmuş. Sonra bir kere daha keşfedilmiş. (Bu tarih de Suzanne Marchand'ın kitabından izlenebilir: Down from Olympus: Archaeology and Philhellenism in Germany, 1750-1970.)
***

Bu tarihin karılmasında, yapılmasında bir Müslüman "etkisi" yok mudur? Vardır. Fakat bütün Avrupa düşüncesi onu yok saymak, silmek üzerine inşa edilmiştir. İspanya'nın güneyindeki, Endülüs'teki etki, hatta Fransa'nın Poitiers kasabasındaki tarih bu bakımdan bir mağdurlar tarihidir.
Avrupa o kültürden kendine kalanları mirasyedi gibi harcamamıştır, tersine nekes bir tüccar gibi hepsine sahip çıkmıştır ama gizlicesine. O birikimi kendi kültürüne yedirmiştir. İşte John Freely'nin Alaeddin's Lamp isimli kitabı ortada duruyor. Yunan biliminin nasıl Müslümanlık üstünden Batı bilimine intikal ettiğini seller sular gibi anlatıyor. Bunlar zaten bilinen şeyler. Avrupa ise bu bilineni bir bilinmeyene dönüştürüyor. Kendi tarihini kendisiyle başlatıyor. O kadar büyük bir kültür inşa ettiği için de bu "gizli hücreler" kapıları hiç açılmadan öylece duruyor.
***

Bunları düşünürken Oxford Üniversitesi'nde Arkeoloji okumuş ve şimdi Michigan Üniversitesi sosyoloji bölümünde bir doktora tezi yazıp, ulusalcılıkla arkeoloji ilişkisini irdeleyen bir genç aday ziyaretime gelip benimle bu tarihin Türkiye kısmını konuşmak istedi.
Ona 1930'lardaki ulusalcılıktan, DTCF'nin açılışından, Türk Tarih Tezinden, Mavi Anadolu'culuktan bahsettim. Bir anlamda Batılılaşma tarihimizin yakın durakları. Bütün bunları dinledikten sonra bana heyecanla bir soru sordu: bugün, dedi, Batı/cılık Türkiye için, halk için, toplum için ne ifade ediyor?
***

Genç arkadaşımız Konya'dan gelmişti ve kendisine anlatılanlarla orada gördükleri arasında bir fark bulmuş, şaşırmıştı. Türkiye'nin "bu derecede muhafazakârlaştığı" konusunda bir bilgisi yoktu. O da ne oluyor sorusunu kendisine soruyordu.
"Muhafazakârlaştığımız" saptamasına katıldığımı söyledim.
Doğrudur, Türkiye her geçen gün biraz daha fazla İslami yaşamla kendisini özdeşleştiriyor. Gece gündüz radyolar, televizyonlar nasıl İslam'a göre yaşayacağımızı anlatıyor bize. Öyle olmadığını söyleyen araştırmalar yayınlansa da "örtünenlerin" sayısında da bir artış vardır; en azından daha fazla görünür bir noktadalar. Ama bunların hepsinin kültürel olduğunu, siyasal muhafazakârlığın yanımızdan bile geçmediğini, hele sosyal muhafazakârlığın ise bir hayalden ibaret kaldığını anlattım.
Bütün bunlardan sonra da Avrupa'nın bugünkü Türkiye'de ne ifade ettiğine geçtim. Size de onu cuma günü anlatayım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA