Pazartesi günü yazdığım yazıda Türkiye'nin Kürt sorununu OD (Orta Doğu) konjonktürü içinde değerlendirirsek daha farklı görüş açıları yakalayabileceğimizi vurguluyordum. Ama OD'da neler yaşanıyor? Arap Baharı nerededir şimdi? Türkiye- OD ilişkisinin yakın geleceği şekillenirken ABD-İsrail hattında yeni bir şey var mı? Bu soruların iyi kötü yanıtını bilmeden daha ileri gitmek bana göre çok zor.
Böylesi bir düşünce ve değerlendirme içindeyken geçen gün eski FKÖ yöneticilerinden Münir Şefik'le birlikte TRT için bir söyleşi programına katıldım ve OD'daki son olayları değerlendirdik. Program aralarında ve öncesinde, adını çok duyduğum bu Filistinli düşünür, siyasetçi ve herhalde eylemciyle yaptığım sohbet benim için dünyayı başka bir açıdan görmek bakımından çok önemli hale geldi.
Konuşma Arap âleminde Türkiye ve Türkiye'deki Arap âlemi üstünden ilerledi. Fakat daha ilginci Şefik'in kendi hayatıyla ilgili olarak anlattıklarıydı. Arap-Türk ilişkilerinde yeni olanın ne olduğunu bana asıl o işaret ediyordu.
Şefik hayata birçok kuşakdaşı gibi Marksist- Leninist olarak başlamış. Kısa sürede Üçüncü Dünyacılık adına Maoculuğa kaymış. Oradan radikal İslamcılığa yönelmiş. Radikalizminin düzeyini, boyutlarını bilemem ama bugün bir İslamcı.
Böyle bir konuşmanın doğal akışı içinde kendisine Amerika'da tanıdığım bazı Filistinli aydınları, bazı dostlarımı sordum. Hepsini yakından tanıyordu. Beni ilgilendiren bilhassa Edward Said'di. Onunla son konuşmamızda bana bu Marksizm-Leninizm-İslam çizgisini hem anlamadığını hem de ona karşı olduğunu söylemişti. Bunu Şefik'e hatırlattım. Güldü.
"Said" dedi, "Filistinliydi ama Hıristiyandı. Onun Oryantalizm kitabından çok etkilendik. Ben de kişisel olarak kitabı çok beğendim. Fakat biz kitabın tezini hızla çok daha ileri bir noktaya taşıdık. (Bu nokta muhtemelen Batı'ya tümüyle karşı olmayı da içeren, İran Devrimi sonrasında hızla gelişen radikal İslamcı görüştür-HBK.) Said bundan rahatsızlık duydu."
Bu değerlendirmenin iç dinamiklerini bütün gün düşündüm. Onlara burada girmek olanaksız. Ama Şefik'le ilgili bilgi arayanlar da, bu dönüşümün tarihini izlemek isteyenler de Michaelle Browers'in, Political Ideology in the Arab World isimli kitabına müracaat edebilir. Benim dikkatimi çeken ise bu tablonun belkemiğini Filistin'in meydana getirmesidir.
Şefik' in kendi yaşantısından çıkarıp ortaya koyduğu, daha yüzlerce, binlerce ona benzeyen örneğin bulunacağı bu deneyim, yakın dönem OD tarihini anlamanın temel şartıdır. Oryantalizm kitabının bu gelişmede oynadığı rol çok ilginçtir.
Said'in o kitapta dile getirdiği görüşü burada bir daha tekrarlamaya ihtiyaç var mı bilemem ama Filistin doğumlu yazarın vurguladığı şey şuydu: Batı kendisine icat ettiği, hayali, uydurma bir Doğu anlayışı içinde o kültürü ve coğrafyayı sömürgeleştirilmeye mahkûm etti. Hayali Doğu geri, modernleşmemiş, eksikti ve ancak Batılılaşırsa, onu sağlayacak kolonyalizmi kabul ederse kendisini aşabilirdi.
Bu anlayışın içinde bir Batı karşıtlığı var mı? İtiraf edelim ki, sonradan bin türlü okunan ve sayısız yeni teorinin kaynağını oluşturan kitap Batı'da hiç böyle değerlendirilmedi. Şimdi bir daha anlaşılıyor ki, o eleştiri OD'dan, onun "yerli" aydınlarından kaynaklandı, ama doğru ama yanlış. Filistin'den veya OD'nun farklı bölgelerinden gelen entelektüeller o kitabın başlangıç noktasını ve saptamasını beğendiler ama politizasyonunu, 1979 İran Devrimi sonrasında Batı karşıtlığıyla gerçekleştirdiler.
Burada ilginç olan o Marksizm-Leninizm- Maoizmden İslamcılığa kayıştı. Bu nasıl oldu, temel önermeleri ve öncülleri nelerdi, sorularını bir tarafa bıraksak bile ana mesele değişmez. OD, tüm bu tarihi, Marksistken de İslamcıyken de Filistin üstünden yaşadı. Üstüne üstlük bu olgu, yani İslamcılık- solculuk ve Filistin etkileşimi Türkiye'de de son derecede çarpıcı bir tarihin işareti, uzantısı ve anlatımıdır.
İşte o Türkiye kısmını cuma günü ele alayım.