Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ladin'den sonra dünya

11 Eylül Soğuk Savaş kadar önemli bir olaydı. İnsanlığın yeni korkuları, yeni ayrışma hatları, ABD'nin hegemonyasını güçlendirme girişimleri ondan sonra başladı. Dünya nasıl daha önce "hür" ve "komünist" dünya veya Doğu Bloku-Batı Bloku olarak ayrışmış idiyse bu defa da Batı ve İslam, bazılarına göre, "Batı ve ötesi" (the West and the rest) olarak bölünüyordu. Bu dehşet veren zıtlık beraberinde Medeniyetler Çatışması fikrini getirdi veya ona yeni alanlar açtı, ABD'nin kendisini dünya gücü ilan edip terör adına dilediği yere savaş üşürmesine zemin hazırladı. Irak bu nedenle vuruldu. "Şer ekseni" kavramı böylelikle ilan edildi. İran bu çerçevede "tehlikeli" addedildi.
Bütün bunlar sadece Usame Bin Ladin denilen bir adamın kafasının altından mı çıkmıştı?
Neredeyse küçük bir kitaplık oluşturan Bin Ladin biyografileri bu soruyu öyle kestirmeden "evet" diye yanıtlayamıyor. İlişkilerinin, bilhassa ABD ile olan ilişkilerinin epey karanlık yönleri var. O yapıtlar arasında en dikkat çekicilerinden birisi, benim için, Peter Bergen'ın yaptığı sözlü tarih çalışmasıdır.
Çok şeyler aydınlansa da bizzat Ladin'in açıklamalarıyla, geriye epey bir tortu ve bulanıklık kalıyor. Yıllar yılı ele geçirilmedikten sonra şimdi kıskıvrak öldürülmesi, cesedinin yok edilmesi akla bundan sonrasına dair de bin bir türlü spekülasyonun üşüşmesine yol açıyor.
Onların başında Arap Baharının başlattığı yeni dönem geliyor. Amerika, dünyaya kafa tutan bir ülke olarak, Kuzey Afrika'da ve OD'da birdenbire patlayan olaylar ve onların biçimlendirdiği talepler ve politikalar karşısında neredeyse şapa oturmuş durumda ve 1948 sonrası İsrail eksenli politikalarının çöküşünü şimdilik hiçbir şey yapamadan sadece izliyor. Bugüne kadar yapabildiği tek şey bölgeye doğrudan müdahale idi ama onun için de hiçbir olanak yok. Geriye tek "çıban başı" olarak, ABD için, İran kalıyor. Ona da sesini çıkaramıyor.
Çünkü Sünni-Şii bölünmesinde de kartları İran lehine olacak biçimde kaybetme tehlikesini yaşıyor. Hele Suriye'de meydana gelenlerden sonra...
Geriye iki yol var. Ya ABD İslam ve OD ile barışma makasına geçecek ve İsrail kozunu kullanarak OD'daki büyük Arap kitlesini karşısına almaktan uzaklaşacak ya da bin Ladin sonrasında belki de manipule edilen bazı "İslami terör" girişimleriyle yeniden bu dünyayı kendisine büsbütün düşman ilan edip, üstüne olanca hışmıyla gidecek. Hamas'la El Fetih'in barıştığı, İsrail'le Suriye'nin bizzat Türkiye aracılığıyla yakınlaştırıldığı, bölgenin hızla Şii aksına kaymasından korkulduğu bir dönemde şu söylediğim olmayacak bir şey değildir. Hele hele İkiz Kuleler'in vurulduğu gün televizyon kameralarına zafer işareti yapan Arapların görüntüsü gözler önüne getirilirse durumun derinliği daha iyi ölçülebilir.
Gene de iyimser olmak mümkün. O iyimserlik şu: Bin Ladin kimsenin kabul etmediği "İslam terörü"nün simgesiydi. O hayatta kaldıkça ABD'nin İslam'la savaşının bitmesi söz konusu değildi. Barışçı Obama' nın bile Ladin'in sonunu açıklarken kullandığı sözcükler ve vücut dili bunu misli misli kanıtlıyor. Şimdi Ladin'in devre dışına çıkmasıyla birlikte Amerika OD ile olan ilişkilerinde sinir uçlarına dokunan İslam vurgusunu geriye çekebilir, ezeli Arap-İsrail gerginliğinden medet ummaktan vazgeçebilir, kurulmakta olan "yeni bir dünyada yerini alabilir."
İkiz Kuleler bile vurulup yıkılmışken şu söylediğim mi hayal ürünü?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA