Bünyesinde,büyük bir mutluluk, sevinç ve hazla çalışırken, bir gün Sabancı Üniversitesi'nden ayrılacağım aklıma bile gelmezdi. Ama hayat böyle bir şey.
Görmediğini insana gösteriyor, duymadığını hissettiriyor. Onu bambaşka taleplerin ve arayışların insanı yapıyor. Ben de zamanın iğvasına uydum ve artık şehirde yaşamak istedim. O nedenle de şöyle böyle 15 yıldır ilişkili olduğum, çalıştığım Sabancı Üniversitesi'nden önceki gün bir konuşma yaparak ayrıldım.
Sabancı'dan ayrılacağım geçen yıl haziran ayında ortaya çıkmış, ben de güz dönemi başında Kadir Has Üniversitesi'nde görev yapmaya başlamıştım. Ama geçen dönem Sabancı'da iki ders vermeyi, gidip gelmeyi sürdürdüğüm için "hakiki" ayrılık bu defa gerçekleşti. Buna karşılık ilişkim devam edecek. Daha önce benim verdiğim bir dersi bu defa asistanlarım verecek. Ben de o dersle ilişkili olacağım.
Kaldı ki, Sabancı Üniversitesi kuruluşlarındaki görevlerim devam ediyor.
Sabancı Üniversitesi benim için gerçek bir vahaydı. Akademik geçmişim farklı disiplinlerden oluşuyor. Her bir akademik derecem başka bir alandan. Bunların tümünü bağdaştıracak bir kurum bizim yetiştiğimiz yıllarda yoktu. Sabancı Üniversitesi 1995'te gerçekleştirdiği "arama konferansı"nda üniversitenin disiplinler arası bir model üstüne oturtulmasını kararlaştırınca benim türümdeki insanlara gün doğdu. Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi'nde, farklı programlara çok çeşitli dersler açtım. (Hâlâ da birkaç dersi açmamış olmak, içimdeki tek ukdedir.) Büyük bir heyecanla orada hem idari görevler hem de hocalık yaptım.
Aradan uzun yıllar geçince ve zaman yeni koşullar üretince artık kentte kalmak istedim.
Şehirden hiçbir zaman kopmadım, bu süre zarfında. Her ne kadar asude kampuslar bana ayrı bir haz veriyorsa da Orhanlı'ya kapanmak istemedim. 12 yıl sonra da kampusa gidip gelmek, trafik nedeniyle, benim için ağır bir yüke dönüşünce oradan ayrılmayı kararlaştırdım. Tek neden budur.
O sırada Kadir Has Üniversitesi'nde yeni rektör Prof. Mustafa Aydın bana rektör yardımcılığını teklif edince bu düşüncelerle kabul ettim. Son üç aydır, her ne kadar odam deniz görmüyorsa da, eski Cibali Tütün Fabrikası'nın koridorlarında yürürken Galata Kulesi'ne, ders verirken Haliç'e bakıyorum.
Eve gidip gelmek hâlâ çıldırtıcı zamanlara mal oluyorsa da on dakikada Tepebaşı'na erişmek kararımı bana doğruluyor.
Şimdi birçok üniversitenin uyguladığı Sabancı Üniversitesi modeli, yüksek eğitim sisteminde bir dönüm noktasıydı.
Amerikan üniversitelerindeki temel uygulama olan ilk birkaç dönemin ortak okunması, bölümlerin olmaması, öğrencilerin fakültelere girip, mezuniyet programlarına üçüncü dönemde karar vermesi bu yeni programın ana özellikleriydi ve ne kadar doğru bir yöntem olduğunu neticede anladık.
Türkiye ne yapıp yapıp, önce 1.700.000 (!) öğrencinin katıldığı merkezi giriş sınavını kaldırmalı, sonra, Sabancı Üniversitesi modelini bütün üniversitelerinde uygulamalıdır. Fakülteler, programlar arasındaki iç içe geçişin, etkileşimin ne kadar önemli olduğunu şimdi daha da iyi anlıyorum. Sabancı Üniversitesi, tıpkı ondan önce, gene büyük bir mutlulukla görev yaptığım Bilkent Üniversitesi gibi büyük bir başarıdır. Özellikle öğrenciye ve öğretim üyesine dönük güven duygusu ve özgürlükçü yaklaşım dikkatle korunması gereken büyük bir imkândır.
Şimdi geriye dönüp baktığımda Sakıp 'Ağa'nın bitmez tükenmez enerji ve heyecanını, Güler Sabancı'nın dikkatli ilgisini ve duyarlılığını, kurucu rektör Tosun Terzioğlu'nun özgürlükçü yönetimini anımsıyorum.
Orada başlarken çoğu kişi eski dostumdu.
Orada edindiğim dostlarım da artık eski dostlarım arasındadır. Ama içlerinden birisini, beni Bilkent'e "transfer", Sabancı'ya "ikna" eden, neredeyse son 20 yılda hayatımın her anında var olmuş "aslan arkadaşım"
Erdağ'ı (Aksel) özellikle ve bir kere daha müteşekkirane anıyorum.
Şair "hayat zamanda iz bırakmaz" diyordu.
Bana pek doğru görünmüyor. En azından hayatın manası budur; iz bırakma kaygısıdır. "Avazeyi bu âleme Davut gibi" salıp salamadığımı bilemem ama, umarım, çok emek verdiğim Sabancı Üniversitesi kubbesine "bir hoş sada" bırakmışımdır.
Baki kalan...