Balyoz davasının geldiği nokta, dünyanın neresinde olursa olsun, büyük olaydır. Bir ordunun, en yüksek görevlerinde bulunmuş, generalleri tutuklanıyor. Hele tutuklananların içinde bu kadar muvazzafın bulunması ayrıca bir hadisedir.
İkincisi, dava etrafa yayılıyor. Önceki gün Oda TV arandı. Bu da öyle, yabana atılmayacak derecede önemli bir gelişme. Bu aramanın tıpkı dava hakkında olduğu gibi akıllara bazı kuşkuları getirmesi doğal. Bu kadar önemli bir davada hukukun bütün kurallarıyla uygulanması, usulün en ince ayrıntılarına dikkat edilmesi zaruridir. Uluorta atılan adımların, alınan kararların ne türden büyük, hatta vahim sorunlar doğuracağı besbelli. Hele basına dönük girişimler, yaptırımlar her bakımdan sorunlu olacaktır.
Bununla birlikte Balyoz davasının çok önemli bir dönemeç olduğunu unutmamak gerek.
Yakın dönem tarihimiz darbeler tarihidir. Bu darbeler ikiye ayrılır. Hiyerarşi içi ve dışı olanlar. Çoğu darbe, 12 Mart'ta olduğu gibi, Talat Aydemir vakasında olduğu gibi, hiyerarşi dışı darbelerdir. Onca nedenin ve gerekçenin yanı sıra, 12 Eylül darbesinin, biraz da, 12 Mart döneminde elden kaçmış, kontrol dışına çıkmış bir ordunun yeniden hiyerarşi içine alınması maksadıyla yapıldığını hatırlamak gerek. Dolayısıyla Balyoz'a giden sürecin bu anlamda ne ürettiğini, ordunun içinde ne türden "bölünmelere" yol açtığını henüz bilmiyoruz. Şimdi, bundan sonra da, nereye evrileceği konusunda bir bilgimiz yok.
Öte yanda Balyoz davasının Türkiye'nin demokratikleşmesinde ne anlama geldiğini unutmamak gerek. Türkiye ilk kez bir darbe girişimini, haber aldıktan, hissettikten, gördükten sonra harekete geçiyor ve onu bir davanın mevzusu yapıyor. Ordusivil ilişkileri eğer siyasal hayatımızın en önemli faktörüyse bu davanın, ondan önemlisi, bu sürecin, bu durumun önemi nasıl yadsınabilir? Yanlışlar yapılmamalı, tamam, ama darbenin dava konusu haline getirilmesi herkesin üstünde uzlaşması gereken, katılması gereken bir pozisyon değil midir? Türkiye şeke şüpheye mahal vermeden bütün kanatları ve kesimleriyle evvela bu konuda anlaşmalı, yetmez, uzlaşmalıdır.
Ancak ondan sonra ortaya yeni bir demokrasi algılaması çıkacaktır. Şimdi sivil otoriterlik iddiası öne sürenlerin evvela militer otoriterlik girişimini iyi okuyup, yerli yerine oturtması gerekir. Emekli bir general, tutuklanırken, "göreve gidiyorum, bizim için kısmi seferberlik var" diyorsa, ortada duran bu heyulayı, kim görmezden gelebilir?
Balyoz'un bir diğer önemli yanını Türkiye'de sivil siyasetin kendi iç dengeleri hazırlıyor.
İktidarın Balyoz'a karşı ne türden bir yaklaşım içinde olduğu belli. Peki, muhalefet ne yapıyor? Kritik soru dün de buydu, bugün de budur. Balyoz davası, kendisinden ziyade, CHP için önemli ve turnusol kâğıdı olan bir hadise. Baykal döneminde gösterilen müfrit ve şedit Balyoz yandaşlığı Kılıçdaroğlu döneminde bambaşka bir içerik kazandı.
Kılıçdaroğlu, "21. yüzyılda darbe mi olur" diyerek aslında çok önemli (!) bir saptama yapıyor. Çünkü onun şaşkınlık göstergesi olarak sorduğu bu soruya, olumlu yanıt verenler bulunduğu için ortada, bu davalar açıldı. Birincisi bu. İkincisi, gene Kılıçdaroğlu, hukuk süreçlerine gönderme yapıyor. Yerden göğe kadar haklı olabilir. Fakat her dava için geçerli olan o saptamayı yaptıktan sonra Kılıçdaroğlu'nun doğrudan doğruya darbeler hakkında bile değil, sivil-asker ilişkisi hakkında konuşması gerekir. Yetmez, tavır almak zorundadır Kılıçdaroğlu. Halbuki, açıklamalarına bakınca, onun da zorlandığını, tereddütler içinde konuştuğunu, söylediklerinin kendisi için de zor şeyler olduğunu insan görüyor.
Üstüne üstlük, CHP tereddüt geçirdikçe, asıl olan kopyayı her zaman aşacağı ve ikame edeceği için, parti içinde, Baykal döneminden kalma 28 Şubat destekçileri, radikal ulusalcılar sürekli olarak rol çalıyor, CHP'yi bir türlü değişemeyen, hep aynı kalan, arkaik bir parti konumuna taşıyor. Oysa CHP'nin yakın tarihindeki sıçramaların tamamı, onun asker sivil ilişkilerinde alması gereken yeri tutmasıyla gerçekleşmiştir. Yani CHP sivilleştikçe halktan destek almıştır.
Balyoz, CHP'nin başına inmesin!