Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi öğrencileri, bu konularda yazdığım yazılar nedeniyle gelip benimle bir görüşme yaptı. Hepsi parlak, heyecanlı, ilgili çocuklardı. Çok mutlu oldum. Gelecekte daha çok hukuk okumak istiyorlar. Bu konuya daha önce değinmiştim. Bilimi meslekle özdeşleştiren mantığımız çocukları mutlaka tanımlanabilir bir meslek eğitiminden geçmeye zorluyor. Hepsine başarılar dilerim. Onlar da, okul müdürü de beni liselerinde bir konferans vermek için davet ettiler. İlk fırsatta icabet edeceğim.
Beni hiç şaşırtmayan ama çok üzen husus ise gençlerin okullarının tanınmamasından yakınmasıydı. Türkiye'nin en önemli üniversitelerinde gençlerle olsun, toplumsal konularla olsun son derecede ilgili hocalarla yaptıkları görüşmelerde, bu kişilerin, böyle bir lise türünden hiç mi hiç haberdar olmadığını görüp moralleri bozulmuş. Üstelik o hocaların bir bölümü üniversitelerde yönetici. Bir başka grup ise bu liseleri sadece meslek lisesiyle ilişkilendiriyormuş. Eh, benim gibi, o konuyu sürekli olarak zihninde evirip çeviren birisi de bir süre öncesine kadar o sınıfta olduğuna göre, ortada balçıkla sıvanmaz bir sorun güneşinin durduğu açık. Sorun, birisinin araştırmayla, istihbaratla veya bir tesadüf yoluyla bu liselerin varlığını öğrenmesi değil. Bu liselerin herkesin zihnine yerleşmemesi. Robert gibi, Galatasaray gibi, fen liseleri gibi tanınan, ortak bilinçte yer etmiş, "standart" lise olmaması.
Değindiğim sorunu çok önemsiyorum. Bu kısıtın mevcudiyeti sadece bu okulların yakın tarihte kurulmuş, kısa bir geçmişe sahip olması değil. O etkenlerin payı küçümsenemese de belirleyici unsur, Türkiye'deki hâkim eğitim anlayışının dayandığı zihin yapısıdır. Sosyal bilimlere hiçbir önemin verilmediği, saygın üniversitelerin sadece fen bilimleri ile öne çıktığı, edebiyatın, felsefenin ve diğer toplumsal bilim alanlarının hiçe sayıldığı bir zihniyet ve kültür dünyasında çok önemli bir girişim olarak kurulan sosyal bilimler lisesi de faaliyeti ne olursa olsun yok sayılacaktır, sayılmaktadır. Hiç değilse, diğer alanların baskın, başat yapısı bunların üstünü örtecektir.
Bu sorunun aşılması o liselerin sorumluluğunda değildir. İş MEB'e düşüyor. MEB'in eğitim konusunda artık bir algı değişikliğine gitmesi gerekiyor.
"Bugünkü dünya" denilen kavram sadece bizde değil dünyanın her yerinde teknolojiyle özdeştir. Türkiye de yıllar yılı, hem de muhafazakâr denen iktidarları aracılığıyla, bu olguyu öne çıkardı. (Fen Liseleri AP döneminde açıldı, örneğin.) Bize sanayileşme gerekiyordu, onu da mühendisler sağlayacaktı. Doktorlara da ihtiyaç vardı. Bir de hâkim ve avukat olursa işler tıkır tıkır yürüyecekti.
Modernleşmemizi kuran bu anlayış şimdi çok önemli bir noktada çatlıyor. Bir yandan bilimlerin içe dönük disipliner yapısı aşılıyor ve "entegre" alanlar ortaya çıkıyor bir yandan da fen bilimlerinin dayandığı, tek sözcükle mutlakiyetçi, pozitivist anlayış eriyor. O bilimlerin ürettiği evrensel, her şeyin üstünde kalan "doğru"nun anlamı değişiyor. Şimdi 2023'ü tasarlayan DPT (ilgili komisyonlarında benim de çalıştığım) eğitim planlamasını bu muhakeme doğrultusunda yapmalı, bunu da MEB'e benimsetmelidir. MEB, bu anlayışı ertelenemez, ötelenemez bir biçimde uygulamalıdır. Dünyayı bundan sonra sadece iyi yetişmiş mühendisler, fizikçiler değil iyi yetişmiş sosyal bilimciler de tanzim edecektir.
Sosyal bilim derslerine genel müfredatta bu nedenle artık ayrı bir önem vermenin zamanı gelmiştir. SBL'nin de bu anlayışla tanımlanması, tanıtılması, toplumsallaştırılması gerekiyor. Bu liseler sadece fen liselerine karşı bir alanın yeşertilmesi için değil, öncekinden farklı, değişik bir yapının kurulması için, gerektiğinde onlarla işbirliği yapması öngörülen bir mantıkla öne çıkarılmalıdır. O mantığın burcu olarak görülmelidir.
Eldeki kıymeti kullanmasını bilmek erdemdir.