Şunlar oluyor. Başbakan ortaya çıkıp "dört yanımız düşmanla çevrili değil" diyor. Ben 50 küsur yaşındayım. Yaklaşık 50 yıldır, ilkokuldan başlayarak, dört yanımızın düşmanlarla çevrili olduğunu işittim. Öğrendim. Belki öğrettim de. Bilemem. Şimdi ansızın öyle olmadığını, şartların değiştiğini duyuyorum. Önemsiyorum.
Şunlar oluyor. 88 yıl sonra Sümela Manastırı'nda ayin yapılıyor. Neredeyse bir asır boyunca kapanmış, kapatılmış bir şey açığa çıkıyor. Türkiye yıkılmıyor, yerinde duruyor. Ne Müslümanlığımıza halel geliyor ne siyasal bütünlüğümüze. Tersine herkesin içinde farklı bir duygu mayalanıyor.
Şunlar oluyor. Ahtamar Adası'nda da ayin, tören, her neyse, yapılıyor. Orada daha da ilginç bir durum var. Ermeniler ziyarete, ayine geldiklerinde bölgenin halkı vakti zamanında başlarına olmadık işler getirdikleri ataların çocukları olan bu insanları, otellerde yer kalmayınca, evlerine alıyor, yediriyor, içiriyor. Gene bir şey olmuyor. Oluyorsa da iyi şeyler oluyor. (Hatta bu aralar bakıyorum, bir televizyon kanalında, "iyi haberler" diye bir program var. Böyle küçük göstergeler önemlidir. Kendiliğinden olmaz. Toplumsal bir bilincin ve basıncın sonunda ortaya çıkar.)
Peki nedir bütün bunlar?
Bana göre sır, esrar Başbakan'ın şu yukarıya alıntıladığım sözlerinde yatıyor. Bakın neden...
Cumhuriyet, ne yapalım ki, bizim şanlı tarihimizin bir sonucu olarak, militer bir devlet kurdu. Bu kaçınılmazdı, o günkü koşullarda. Sonradan da başına üç büyük felaket geldi. Bir, 30'larda Faşizm dünyaya hâkim olunca rejim oraya kaydı. İki, 45 sonrasında demokrasiye geçtik ama Soğuk Savaş egemen yapının devamına yol açtı. Üç, 1990'lardaki iktidarlar Soğuk Savaş'ın bittiğini anlayamadı ve 1989 sonrasında Kürt hareketinin başlamasıyla, bunu kendisine bahane edip, dünyayla ve demokrasiyle zıt düşen korkunç bir rejimi ayağının üstünde tutmayı denedi.
Bu üç dönem de, üç model de sonunda "dört yanımız düşmanla çevrilidir' der. Düşman söz konusu olunca onunla ben mücadele edemeyeceğim için bu anlayış ordunun, askeriyenin hâkimiyetini getirir. Ordu, bu nedenle, bu yüzden rejimin hâkimidir. Rejim bu nedenle ne olursa olsun militerdir. Ne yazık ki, sivil siyaset bu gerçeği görmemiştir, tersine bu modelin ayakta kalması için elinden geleni yapmış, bu aleve kucak kucak odun taşımıştır.
Bir o kadar vahim olanı, burjuvazinin durumudur. Kontrollü, devlet denetimli bir ekonomik model kendisinin büyümesi, gelişmesi için daha yüzyıl başında hazırlandığından o da, bütün o demokratikleşme çağrılarına, çığlıklarına rağmen, bu rejimin devamı için elinden geleni yapmıştır. Burjuvazi sadece sermayenin uluslararası hareketine izin verecek, onun Türkiye üstüne yağmasına yol açacak düzenlemelerin yapılmasını istemiştir, demokratikleşme dediği daha çok bunlarla sınırlı kalmıştır. Bir de Türkiye'nin ayağına pranga olan bazı uluslararası sorunlarının çözülmesinden yana tavır almıştır. Bunun dışında evrensel düzeyde geçerli olduğu üzere meşrebine uygun biçimde davranmış ve "rejimin" devamından yana olmuştur.
Şimdi "dört yanımız düşmanla çevrili değil" dendiği zaman militer, para-militer yapılar tarihin arkeoloji müzesine gider. Ordu ve askeriye rejimi "koruma ve kollama" görevinden azledilir. Ordunun kendisine biçtiği vazifenin özneleri olan Ermeniler, Rumlar, yarın Kürtler, toplum ve tarih önlerine açılarak yaşamaya başlar. Ayinler yapılır. Türkiye bırakın sivilleşmeyi. Özgürleşir.
Hem de kendisinden özgürleşir.