Bilenler bilir: Batı edebiyatının, insanlık durumu genel adı verilen, en güzel romanları ve anlatıları gene Batı'nın yaşadığı büyük değişimlerin, devrimlerin tanıklığıdır. Bu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden Andre Malraux, Fatihler ve İnsanlık Durumu'nda Çin Devrimi'ni anlatır. Umut, o eşsiz roman, İspanya İç Savaşı'dır. Hemingway aynı yolun yolcusudur. 2. Dünya Savaşı'nda Fransız Direnişi, herhalde o kadar ilginç olmasa da, sayısız kitaba belkemiği olur. Rus Devrimi'ni ayrıca anmaya gerek yok.
Nasıl oluyor da, bu devrimler, direnişler, Alman faşizmine karşı çıkışlar, o kahredici ant-semitizm ve toplama kampı olayları birbirinden etkileyici o kadar metni meydana getirirken (kim unutabilir Buchenwald tutuklusu Jorge Semprun'un çıldırtıcı güzellikteki yapıtlarını) şu yakınımızda cereyan eden Srebrenica olayları aynı derecede ilgi devşirmez? Benim bildiğim Türkçeye çevrilenler arasında bir tek Aleksandar Hemon'un kısa sürede öğrendiği İngilizceyle yazdığı Bruno'nun Sorusu var.
Oysa bir düşünün, Amerikan entelektüellerinin en "Fransızı" sayılan Susan Sontag Saraybosna'ya gitti; aylarca orada kaldı, Beckett'in dünya durdukça duracak olan Godot'yu Beklerken isimli oyununu orada sahneledi. Oyun mum ışığında oynandı. Sontag o sıralarda Saraybosna olaylarını "yeni İspanya iç savaşı" diye tanımlıyordu ve yanında sevgilisi, fotoğrafçı Anne Leibovitz vardı.
Kısa bir süre önce biraz beğenerek biraz sıkılarak okuduğum ama çok ilginç olduğundan kuşku duymadığım, 20. yüzyıl sonu entelektüelizminin manasını bir kere daha anladığım, tüm o "döneklik" meselesinin neredeyse bir "kader" olduğunu öğrendiğim yarı deli Christopher Hitchens'ın anılar kitabı (Hitch-22) da hazretin Saraybosna yolculuklarını anlatıyor. Bu delifişek adam aklı ve duyguları gelip giderek o döneme ilişkin bir şey mırıldanıyor.
Daha adını bildiğim bilmediğim sayısız insan gidip geldi Saraybosna'ya.
İyi de neden bütün bunlardan sonra oradaki o akıl almaz katliam, orada açılan ve kanaması asla durmayacak bu yara, bu kadar az anlatının konusu oldu? Neden Avrupa'nın ortasında, Viyana'ya bir atımlık mesafede göz göre göre gerçekleştirilen bu katliam Avrupa'nın bilincinde yer etmedi? Clinton müdahaleye neden sonra, bin bir nazla karar verdi? Hele ki, NATO'nun katliam başlamadan önce gösterdiği ihmal akıllardayken.
Nedenini ben size (belki bir kez daha) söyleyeyim: Avrupa, Saraybosna'da kendi köklerine, bilincinin karanlık, kuytu, loş ve kötülüğe yuva olan dehlizlerine dönüyor dolayısıyla kendisini öldürüyordu. Geçmişi ve tarihi Hıristiyan-İslam çatışması üstüne kurulmuş, Haçlı Seferleri'ni tarihinin omurgası yapmış Avrupa'nın tam orta yerindeki Müslüman "azınlığa" daha fazla tahammül etmesi beklenemezdi. Avrupa, göz yumarak, ses çıkarmayarak, görmezden gelerek Avrupa'daki Müslümanlığın temizlenmesini izliyordu. Nitekim kısa bir süre sonra 11 Eylül'le birlikte beklediği gerçekleşti, Batı İslam'ı ve Müslümanlığı düşman ilan etti. Şu adını andığım Hitchens "islamofaşizm" diye bir kavram icat etti. Batı, Oryantalizminin kök suyundan bir kere daha besleniyordu. Dolayısıyla Srebrenica'yı ve oradaki kötülüğü yazmadı, anlamadı, anlatmadı, yaşamadı. Unutmayı seçti. İç savaşlar, direnişler, Yahudi soykırımı ile Balkanlar arasındaki fark Avrupa için budur.
Haydi, size bir imtihan sorusu: hiç düşünmediniz mi, 1. Dünya Savaşı'nın Balkanlar'da patlamasıyla Srebrenica katliamının neredeyse 80 sene sonra aynı yerlerde ortaya çıkması arasında ne türden bir ilişki olabileceğini?